Kelime-i Tevhid’de “Lâ ilâhe” derken, kainattaki her şey fani ve hiç hükmünde sayılmış olur. “illâllah” keli­mesiyle de Bâri Teâlâ (c.c.)’nın varlığı ve birliği tesbit edilir.
“Lâ ilâhe illâllah-ü Lâ Ma’bude illâllahu” (Allah ü Teâlâ (c.c.)’dan başka, ibadete layık ve müstehak hiç bir şey yoktur.) Bu kelime-i Tevhid’i söyledikten sonra kul, Rabbine ibadet etmeğe borçlanmış olur. Bu sözden son­ra ibadet etmezse tevhidinin kıymeti kalmaz. Ve tevhidi elden çıkar.
“Lâ ilâhe illâllah-u Lâ Da’rre illâllah” (Allah ü Teâlâ’dan başka zarar yaratıcı yoktur.) Sebeplerde zara­rı O (c.c.) halk eder. O (c.c.) dilemezse kimse zarara muktedir olamaz.
“Lâ illâhe illâllah-u Lâ Nâfia illâllah” (Allah u Teâlâ’dan başka menfaat verici yoktur.) Menfaat murad ederse, sebeplerini yaratır. Ve menfaat gelir. Bütün in­sanlar bir kimse için menfaat yapmak isteseler Allah-ü Teâlâ dilemeyince hiç bir faide temin edemezler. Bütün insanlar bir kimseye zarar vermek isteseler Allah-ü Teâlâ dilemedikten sonra hiç bir zarar veremezler.
“Lâ ilâhe illâllah-u Lâ Hâdiye illâllah” (Allah-ü Teâlâ(c c)’dan başka hidayete erdiren yoktur.) Peygam­berler hidayete sebeptir.
“Hidayet, Allah-ü Teâlâ’nın lütuf ve keremiyle ku­luna sonu hayır ve saadet olacak, isteklerini gösterivermesi, muradına erdirivermesidir. Sadece yolunu ve sebeplerini gösterivermeğe irşad; neticeye erişinceye kadar yolu götürü vermeye tevkif denir.”
(Numan Kurtulmuş, Amentü şerhi, sh. 29)