Tevessül, âdet olunmuş sebeblerdendir, tesir eden değildir. Müessir, tek olan ve ortağı bulunmayan Allâh’tır. Allâh yiyecek ve içeceği de, doymak ve suya kanmak için sebeb kılmıştır.  Bunların  bir  tesiri  yoktur.  Hakîkî     müessir,  Allâhü Te‘âlâ’dır.
Bazen  istekte  bulunulan  kimse,  vesîle  kılınandan  üstün olur. Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz vâsıtası ile Allâh’tan istekte bulunulması gibi. Allâh’a yaptığı duâda “Resûlullâh (s.a.v.) vasıtası ile senden diliyorum” derse, bunun câiz olduğunda tereddüt yoktur.
Her  günâhkâr,  Allâh’a  kendisinden  daha  yakın  kimseyi vesîle kılabilir. Hiçbir fert bu cevâzı inkâr edemez. Buna; şefaat, tevessül veya istiğâse adı vermekte bir fark yoktur. Bu tevessül, müşriklerin, başkasına ibâdet ederek Allâh’a yaklaşmayı dilemesi kabilinden bir hareket değildir. Zîrâ onların yaptığı küfürdür. Müslümanlar; Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz, diğer enbiyâ-i mürselîn ve sâlihler ile tevessülde bulundukları zaman, onlara ibâdet etmiş olmadıkları için, Allâh’ın tevhidinden hârice çıkmış değillerdir. Zîrâ fayda vermekte ve zarara uğratmakta Allâh tektir ve ortaktan münezzeh’dir. Bu câiz olunca, bir kimsenin
“Resûlü (s.a.v.) vâsıtası ile Allâh’tan istiyorum” demesi de câizdir. Zîrâ o kimse, Allâh’tan isteyicidir, başkasından değil. Bu beyanlardan açığa çıkmış olmaktadır ki, Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz ile meded dilemek iki ma‘nâya gelmektedir:
Birincisi, Resûlullâh (s.a.v.) vâsıtası ile, veya O’nun makâmı, hakkı, bereketi ile hâcetinin verilmesini Allâh’tan dilemektir. Bu esas üzerine, meded dileyen kimse, Allâh’a duâ edip Azîz ve Celîl olan Allâh katında Habîbini vâsıta kılmış olur.
İkincisi, meded dileyen kimse Resûlullâh (s.a.v.) Efendimizden kendisi için duâ buyurmasını ve hacetinin yerine getirilmesini  istemiştir.  Zîrâ  o,  kabrinde  câvidânî  bir  hayata sâhibdir. Nitekim insanlar, Kıyâmet günü O (s.a.v.)’den kendilerine şefaat etmesini isteyeceklerdir.
(Yûsuf en-Nebhânî, Şevâhidü’l Hakk, 138.s.)