İbâdet ve tâati, saâdete ermek ve derecelere nâil olmak için sebep kıldığı gibi, büyüklük verdiği ve kendilerine ta‘zîm edilmesini emrettiği kimseler ile tevessülde bulunmayı da hâcetlerin verilmesinde sebep kılmıştır. Bunda aslâ küfür ve şirk yoktur.
Bazı ârifler, velînin vefâtından sonra, hayatında olduğundan daha kuvvetli bir kerâmete sâhib bulunduğunu ifâde etmişlerdir. Zîrâ onlar, mahlûk ile alâkayı kesmiş, rûhu sâdece Hâlik Te‘âlâ’ya yönelmiştir. Allâhü Te‘âlâ, onunla tevessülde bulunanların isteklerini verir.
Bir çok âlim bunu nakletmektedir. Bazıları da bunu Şâfiî, Hanefî ve Mâlikî’den nakletmiş ve hepsi kabr-i şerîfin duvarına el dokundurmanın ve teberrüken öpmenin câiz olduğunu ifâde etmişlerdir. Hatta diğer peygamberler ve sâlih zâtlar için de hüküm böyledir. Bazı âlimler, büyük zâtların eşiklerini teberrük için öpmenin câiz olduğunu açıkça ifâde etmişlerdir. Nitekim, müslümânların hepsi bu gibi hareketi teberrüken yapmaktadırlar. Onlardan bir tek kişi bile, ne bir peygamber ne de bir velîyi ziyârette teberrükten başka bir maksâd taşımaz.
Bu müsâadede, müslümânlar için bir genişlik ve kolaylaştırma vardır. Dînin güzelliklerine münâsib düşen de budur. İbn Hacer, bir şahsa sevginin galebe etmesi hâlinde bu cevâzı kaydetmiş; böyle olmayan kimse için mekrûh olduğunu açıklamıştır. Evham ve hayâlâta dalarak müslümânları küfre nisbet etmeye kalkışanlar nerede? Bu hareket küfür ve şirke çeker götürür mü?
Müslümânlar, peygamberlerin ve evliyâullâhın Allâh’ın yakınlığına ve sevgisine erdiğine itikâd etmiş olmasaydı, onlardan hiçbirini ziyârete varmazlardı. Nasıl olup da bunları Rabblerine ortak kılacaklar?
(Yûsuf en-Nebhânî, Şevâhidü’l Hakk, 113-170.s.)