Tarihleri boyunca kâfirle cihaddan geri durmuş, her vesile ile Müslüman katliamı yapmış topluluklar, Yavuz döneminde de bu faaliyetlerden geri durmamıştır. Yavuz Sultan Selîm Han, ülke içinde hâdise çıkartan ve ilerisi için büyük tehlike olabilecek Şii faaliyetlerin kaynağının Safevi Devleti olduğunu biliyordu. Çünkü bu sırada Şii, Sünnî Özbekleri de yenmiş, Anadolu’ya yönelmişti. Gönderdiği dâvetçi ve halîfeleri vasıtasıyla Osmanlı hududları içinde yaşayan Şiîleri kendisine bağlıyor ve fırsat buldukça da isyânlar çıkarıyordu.
Yavuz Sultan Selîm Han ise, Şâh İsmail’in bu tehlikeli teşebbüslerini önlemenin tek çıkar yolunun, Anadolu’da Şiîliğin gelişmesini önlemek, hattâ kökünü kazımak olduğunu biliyor, İslâm’ı bütün dünyâya hâkim kılabilmek için Osmanlı Devleti’nin dünyânın en büyük ve kudretli devleti hâline gelmesi zaruretine inanıyordu. Bunun için İran’da kurulan Şiî devletlerin sürekli Osmanlı Devleti’ni tehdîd etmesine ve batıya karşı açılan her seferde Osmanlı’yı arkadan vurmasına son vermek emelinde idi. Zîrâ Osmanlı Devleti’nin en büyük asker kaynağı Türk ve Müslüman nüfûsun yaşadığı Anadolu idi. Buranın emniyette olmaması, devletin başına her an büyük gaileler açabilirdi. Sultan Selim, bütün bunları düşünerek Trabzon Vâliliği’nden beri Şâh İsmail’in Osmanlı ülkesindeki faaliyetlerini yakından takip etmiş, İran içlerine seferler düzenleyerek şiîlerin Anadolu’daki faaliyetlerine mâni olmaya çalışmıştı. Pâdişâh olduktan sonra, bu faaliyetlerin önüne bütünüyle geçmek için köklü tedbirler almaya başladı. Topladığı olağanüstü dîvânda, Şâh İsmail’in İslâm’a verdiği zarar ve Ehl-i Sünnet’e yaptığı saldırıları inceden inceye bir bir anlattı. Dîvânda yapılan uzun müzâkerelerden sonra, İran’a sefere karar verildi. Dîvânın bu karârı üzerine görüşleri alınan o devrin âlimleri böyle bir cihâdın farz olduğuna, Şâh İsmail’e haddinin bildirilmesi lâzım geldiğine dâir fetva verdiler.
(Tâc-üt-Tevârih,c-2 s.397,Türk CihânHâkimiyetiMefkuresiTârihi;c-II,s.390)