Sürâka bin Mâlik (r.a.)’in künyesi Ebû Süfyan’dır. Mekke’nin kuzeyinde Kadîd olarak bilinen mahalde otururdu. Müslüman olduktan sonra Medîne ehlinden olmuştur. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz Hazretleri Mekke’den hicret ettiklerinde Kureyş taifesi Resûl-i Ekrem (s.a.v.)’i ele geçirenlere yüz deve vaad eylemiş, Sürâka (r.a.) atına binip Peygamber (s.a.v.) ‘in peşine düşmüş ve gelip yetiştiğinde atının ayakları yere çöküp kalmış ve: “Yâ Muhammed! Bildim ki bu senin işindir, duâ et kurtulayım, vallahi geriden gelenlere seni bildirmem!” diye yalvarârak Seyyid’il-Enâm (s.a.v.)’in duâsı ile kurtulup geriye dönmüş ve Hz. Sultân-ı Güzîn (s.a.v.)’den bir de emânnâme almış ve Kureyş’in geriden gelen arayıcılarına: “Ben buraları aradım, kimseyi göremedim, başka taraflara bakalım.” diye onları geri döndürmüştür.

Sonra da Ebû Cehil onun bu sırrına vâkıf olarak kendisini suçlamaya başlayınca ona hitaben şu beyitleri söylemiştir: “Ey Ebâ Hakem (Ebû Cehil)! Atımın ayakları yere battığında hâlimi sen görmüş olsaydın bilirdin ve şüphe etmezdin ki Muhammed (s.a.v.) kesinlikle peygamberdir. Artık ona kim mukavemet edebilir? Sen Kureyş kavmini ona taaruzdan men etmelisin. Ben zannederim ki onun emir ve öğrettikleri, yani Şeâir-i dîni ve nişâne-i mübîni bir gün olup zahir olacaktır. Bu suretle ki bütün halk kendisine muharip ve düşman değil, barışık ve dost bulunmayı arzu edecektir.”

İslâm ordusu, Feth-i Mekke’den, Huneyn ve Tâif seferlerinden döndükten sonra Sürâka (r.a.), önceden almış olduğu emânnâme yanında olduğu halde Cirâne’de Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz Hazretlerine kavuşarak İslâm ile şereflenmiş ve Resûlullâh (s.a.v.)’in iltifatına mazhar olmuştur.

 (Mahmud Sami Ramazanoğlu, Ashâb-ı Kirâm Menâkıbı, s.303-304)