Bütün sözlerimizde, işlerimizde ve inançla­rımızda Sünnet-i Muhammediyye’ye tâbi olacağız.
Şayet bizler herhangi bir iş hakkında kitab ve sünnetin ne dediğini, icma ve kıyasın ne olduğunu bilmiyorsak o işi yapıp yapmama husu­sunda tevakkuf ederiz, sonra bakarız: Eğer bazı bilginler o işi güzel görüyorlarsa Resûlullah (s.a.v.)’tan izin alarak (huzur-u manevisine sı­ğınarak) —o bilginlerin sözlerini yerine getir­mek için— o işi yaparız. Bu işi bu kadar incelememizin nedeni, şeriatı mutahharada bir bida­tin çıkmaması içindir. Aksi takdirde bizler de sapıklık içinde bulunan kendini kaybetmiş imamlardan oluruz.
Hakk Teâlâ ve Resulü (s.a.v.) hiç bir vakit bid’at sahipleriyle mücâlesede bulunmaz Bu gibiler ancak kendileri gibi bid’at sahibi bilgin veya cahillerle oturup kalkarlar.
Peygamberimiz (s.a.v.) «Kim ki iyi ve helâl yiyip sünnetle amel ederse, çevresindeki insan­lara (komşularına) emniyet telkin ederse o ki­şi Cennet’e girer» buyurmuşlardır.
Yine bir hadiste: «Ümmetimin fesada düş­tüğü bir zamanda sünnetime bağlı kalıp sıkı sıkıya sarılanlara yüz şehidin ecir ve sevabı var­dır.» buyuruluyor.
Hz. Ömer (r.a.) Efendimiz Kabe-i Muzzama’daki (Hacerul Esved)’i öper ve şöyle der: “Biliyorum ki Sen zararı ve faydası olmayan bir taşsın; (s.a.v.) Efendimizin seni öptüğünü görmeseydim, ben de seni öpmezdim.”
(El-Uhûdûl Kübrâ, İmam-ı Şarani. Sh.: 45)