Yirmi birinci Osmanlı sultânı, seksen altıncı İslâm halîfesidir. 25 Şubat 1643 (6 Zilhicce 1052)’de dünyâya geldi. İyi bir tahsil gördü. Arabî ve Fârisî’yi öğrendi. 1691’de pâdişâh oldu. Gayret ve merhameti ile tanındı. Sultan Ahmed Han’a pâdişâh olduğu bildirildiği zaman; “Mülkün mâliki Allâhü Teâlâ’dır. O (c.c.), mülkü dilediğine verir. Dilediğini azîz, dilediğini zelil eder.” mealindeki âyet-i kerîmeyi okuduktan sonra; “Ben saltanata tâlib değildim. Allâhü Te‘âlâ fazlu kereminden bu âciz kuluna nasîb eyledi. Bu nimetin şükrünü edâ edemem.” dedi.
Çok merhametli ve vatanperver olan sultan İkinci Ahmed Han, hasta olduğu zamanlarda bile, devlet işlerinden asla el çekmezdi. Haftada iki gün yapılan dîvân toplantılarının dörde çıkarılmasını emretti. Toplantıları bizzat tâkib eder, yaptığı herhangi bir hatâyı düzeltmekten çekinmezdi.
Kıyafet değiştirerek halk arasında dolaşır, dertlerini sabırla dînler, çâre bulunması için gerekli yerlere emirler verirdi. İslâmiyet’e, Hicaz bölgesine ve seyyidlere hizmet hususunda derin bir mes’ûliyet hissi içinde hareket ederdi. Tahta çıktığı zaman söylediği sözler, Sultân’ın nasıl manevî bir mes’ûliyetle devlet reisliğini kabul ettiğini anlatmakta ve milletine hizmet duygusunun derinliğini göstermektedir.
Ahmed Han, devrinde âdil bir sultan olarak yaşamış, milletini memnun etmek için elinden gelen her şeyi yapmaya çalışmıştır. Gösterişten hoşlanmaz, sâde giyinmeye özen gösterirdi. Uzun uzun düşündükten ve bilenlerle istişare ettikten sonra karâr verirdi. San’atkârları korur, taltiflerde bulunarak daha iyiye ve güzele doğru yönlendirirdi. Kendisi de güzel yazı yazardı. Yazdığı Kur’ân-ı Kerîm’ler ve çoğalttığı kitaplar vardır. Şairlik tarafı da bulunan Ahmed Han, bir şiirinde şöyle demektedir:
Sığındım tâ ezelden ben Allâh’a
O’dur zîrâ bâya, yoksula penâh
Tevekkül üzre ol, her zaman Ahmed
Yardım etsin sana her yerde Allâh!
(Rehber Ansiklopedisi, c.1, s.118)