Şükür; Allah (c.c.)’nun verdiği nimetleri günahta kullanmayarak, iman, ilim, sâlih amel, güzel ahlâk gibi şeylerde kullanmak ve söz ile, mal ile ve beden ile ibâdet etmektir.
Verilen nimet, şükrettikçe artarak devam eder. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruluyor: “Şükrederseniz size artırırım. Eğer nankörlük ederseniz haberiniz olsun azabım şiddetlidir.” (İbrahim 7)
Hadis-i Şerif’te, “İnsanlara şükretmeyen (onların iyiliklerini takdir etmeyen) Allah (c.c.)’ya da şükretmemiş olur” buyuruluyor. (Tirmizi)
Sana iyilik yapanlara gereken şekilde teşekkür etmen icap ettiği gibi, sana âhiret hayatını kazanmaya sebep olacak ilimleri öğreten hocalarının haklarını da gözetmelisin.
Şükür, sabırdan ve zühdden üstündür. Çünkü şükür bütün güzel huyları içine alır. Hamd, tesbih, zikir, tevhid, Kur’an okumak gibi ibâdetler dil ile yapılan şükürdür. Düzgün itikad, marifet, ilim, düzgün niyet, yaratılanlardaki hikmetleri düşünmek, kalbin şükrüdür. Diğer organlarla yapılan ibâdetler de o organların şükrüdür.
İnsan kendi halini düşünse, içinin, dışının ve bütün hayatının nimetlerle kaplandığını görür. Bunu görünce de bu kadar nimetin şükrünü yapmaktan âciz olduğunu görüp acizliğini anlar.
Şükür edebilmek de bir şükürdür. Hem şükredebildiğimize hem de Allah (c.c.)’nun sonsuz nimetlerine karşı çok çok şükretmemiz lâzımdır. Fakat şükredebilenler çok azdır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de, “Kullarımdan çok şükredenler azdır” buyuruluyor. (Sebe’  13)
Şükrün en üstünü ise hakkını vererek namaz kılmaktır. Nitekim bir Hadis-i Şerif’te şöyle buyuruluyor: “Namaz şükrün bütün kısımlarım içinde toplamıştır.” (Buhari)
Nitekim duhâ/kuşluk namazını kılan kimse, o günün şükrünü edâ etmiş, yerine getirmiş olmaktadır.     
(Muhammed Alaaddin, Üç Boyutuyla İslam s. 593)