Şükrün esası, şu âyet-i kerimedir: “Verdiğim nimetlere şükrederseniz, nimetlerimi arttırırım.” (İbrahim s. 7)
Hakikât sahipleri, şükrün hakikâti için: “Nimet sahibinin nimetlerini itiraf etmektir.” dediler. Bazıları da “Şükür, ihsânını anıp, ihsân sahibini senâ etmektir. Bu durumda kulun Allâhü Te’âlâ için şükrü, Allâhü Te’âlâ’nın kendisine olan ihsânını hatırlayıp Allâhü Te’âlâ’yı senâ etmesidir.
Allâhü Te’âlâ’nın kul için şükrü, kulun kendisine olan ihsânını hatırlayıp, hakkın kul üzerine olan senâsıdır. Kulun Allâhü Te’âlâ’ya ihsânı, Allâh (c.c.) için tâatidir. Allâhü Te’âlâ’nın ihsânı ise kuluna nimet vermesidir” dediler.
Şükür dil, beden ve kalp ile olur. Dil ile şükür, boyun eğme ve yalvarma ile nimeti itiraftır. Bedenle şükür, her uzvu ne için yaratıldıysa onun için kullanmak yani ibadet ve tâat eylemektir. Kalp ile şükür, daima Allâhü Te’âlâ’nın huzurunda bulunduğunu ve her halde şükrün lâzım olduğunu bilmektir. Kısaca şükür, Allâhü Te’âlâ’ya, verdiği nimetlerle âsî ve günahkâr olmamaktır, dediler.
Şükrün bir kısmı da âlimlerin şükrüdür. Onların şükrü, sözleri cinsinden olur. Yani Allâhü Te’âlâ’nın emir ve yasaklarını sözle bildirmekten ibarettir. Bir kısmı da abidlerin şükrüdür. Onların şükrü, yaptıkları çeşitli amellerden bir çeşit olur.
Ebû Osman (rh.a.): “Şükür, şükürden aczi itiraf etmektir.” dedi. Bazıları da: “Şükür üzerine şükür, şükürden yüksektir. Bu da şükrünü Allâhü Te’âlâ’nın tevfîki ile bilmekle ele geçer. Bu durumda, bu tevfik büyük nimettir. Böylece Allâhü Te’âlâ’ya şükür üzerine şükredilir.” dediler. Şiblî (rh.a): “Şükür, nimeti görmeyip, nimet sahibini görmektir.” buyurdu. Ebû Osman (rh.a.): “Avamın şükrü, yemek, içmek ve giyinmek üzeredir, havassın şükrü ise kalplerine lâtife ve mânâlarından gelen şeylerdir. Nitekim Allâhü Te’âlâ: ‘Kullarımdan çok şükreden, azdır.’ buyurdu.” dedi.
(Abdülkadir Geylanî, Gunyetüt Talibîn, s..486-487)