Suheyb-i Rûmî (r.a.); “Bir kimse Allâh’a ve âhiret gününe
inanıyorsa, bir ananın evladını sevmesi gibi Süheyb’i
sevsin” hadîs-i şerîfiyle medh olunan, Resûlullâh (s.a.v.)’in
en seçkin ashâbından büyük bir sahâbîdir. Aslen Yemenlidir.
Begavî şöyle nakletmiştir: “Süheyb (r.a.) orta boylu, buğday
tenli idi. Kırmızılık onda galipdi. Saçları sıkdı. Kına ile boyardı.
Yakışıklı bir zât idi.”
Oturdukları yer Musul yakınlarında, Dicle Nehri üzerine
veya Cezîre arzından Fırat kenarındadır. Rûm, oraları işgal
ettiğinde Suheyb (r.a.)’i de esir etmişlerdi. Suheyb (r.a.) çocuk
iken esir olup Rûmların içinde büyüdüğü için Suheyb-i
Rûmî (r.a.) diye tanınmıştır. Sonra Benî Kelb’in eline geçti.
Köle olarak satılarak Mekke’de Abdullah bin Cedâ’nın eline
düştü. Bu zât daha sonra kendisini azâd etti. Bu hâdiseler
olurken, İslâmiyet henüz açıklanmamıştı.
Hz. Süheyb (r.a.), herkese iyilik eder, çok yemek yedirir,
misafirpevreliği ve cömertliği ile tanınırdı.
Bir defasında Hz. Ömer (r.a.) kendisine “Yâ Süheyb sen
çok fazla yemek yediriyorsun. Bu isrâf olmuyor mu?” dedi.
Süheyb (r.a.) buyurdu ki, “Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz buyurmuştur
ki; “Sizin en iyiniz fakirleri doyuran ve selâmı
alıp cevap verendir.” diye cevap verdi.
O, ziyâfet vermek için lüks sofralar donatmayı beklemez,
yerine göre bir kap yemeği bile konuklarla paylaşmak isterdi.
İbn Sad’in, Ömer b. el-Hakem’den rivâyetine göre, “Ammar
b. Yasir (r.a.)’e ne söyleyeceğini bilmeyeceği bir hâle
gelinceye kadar azâb ediliyordu. Süheyb (r.a.), Ebû Faid
(r.a.), Amir b.Fuheyre (r.a.) ve bir topluluk da böyleydi.
Onlar hakkında şu âyet nâzil oldu:
“Sonra şüphesiz Rabbin, zulme uğradıktan sonra
hicret eden, sonra savaşan ve sabreden kimselerin yardımcısıdır.
Bunlardan sonra Rabbin elbette çok bağışlayıcıdır;
çok merhametlidir.” (Nahl s. 110)
(Ömer Muhammed Öztürk, Suheyb-i Rûmî (r.a.), 7-10.s.)