İnsanların en bahtiyarı son nefesinde îmânını muhafaza edendir. Çoğu vaktini ibâdet ve taatle geçirdiği halde, sonunda îmânsız giden az değildir. Hadîs-i şerîfte buyruluyor:
“Kul, cehennem ehlinin amelini işlemişken, tövbei sahihaya muvaffâk ve işlediği salih amellerle cennet ehlinden olur. Veya cennet amelini işlemişken, gazâbı İlâhi’yi davet eden seyyiat sebebiyle cehennem ehlinden olur. Amellerin sonucuna itibar olunur.”
İşte insan son nefesinde îmân nurunu muhafazaya muvaffâk olmak için, bütün kötülüklerden, günâhlardan el çekmelidir. Büyük günâhlar, nimetin tağyirine sebep olur. Küçük günâhlarda ısrarın da kötü akibetle neticelendiği çok görülmüştür. Bilhassa günâhlardan uzaklaşmaksızın, tövbe etmeden vefat edenlerde sûi hatime ihtimâli pek fazladır. Zira İblis, ölümün sarsıntı ve şiddetinden istifadeyi ganimet bilir. Îmân nurunu çalmak için her vesveseye teşebbüs eder. Nitekim hadîs-i şerîfte: “Ölümünden önce şeytân gelip, Nasranî veya Yahudî dînini ikrar ve tasdik ettiğin halde vefât et diye iğfale (aldatma) teşebbüs eder.” buyurulmuştur.
Cenâb-ı Hâkk, kullarına şu duâyı ta‘lim buyurmuşlardır: “Ey Râbbimiz, bizi dîni müstakîme hidâyet ettikten sonra, ölüm halinde kalbimizden îmânı selb etme!”
Cenâb-ı Hâkk, kuluna hidayet dilerse, son nefeste, Cebrail (a.s.), râhmeti İlâhiye ile yetişir ve yanından şeytanları kovar. O halde kul, nâil olduğu nimet ve müjdeden büyük bir sevinç ve memnunluk duyar.
Biraz önce işaret ettiğimiz gibi, son nefeste îmân nurunu muhafaza edebilmek müşkül, hüsn-i hâtime (güzel son) ancak Cenâb-ı Hâkk’ın fazl ve keremiyledir. Tövbe-i nasûha muvaffâk olmak, tâate yönelmek, insanı iyi sonuca ulaştıracak tek yoldur.
(Mehmet Şakir Çörüş, İrşadü’l Gafilîn, s.272)