Efendimiz (s.a.v.)’in bizlere vasiyetlerinden birinde de bir kimseye bir yere beraber gideceğimize; bir şey vereceğimize, yardımda bulunacağımıza ve sair hususlara dair vaâdde bulunmuşsak vaâdimizden dönmememiz buyurulmaktadır. Böylece verdiğimiz söze hıyânet etmemeli ve verdiğimiz sözde zulüm ve haksızlık yapmamalıyız. Aramızda sözleşme bulunan kimselere sövmemeli ve onları dövmemeliyiz.
Bu ahidle âmel etmek isteyenler öğüt verici, uyarıcı, doğru bir şeyhin yolunu izlemeye ve onun manevi yardımından faydalanmaya muhtaçtırlar. O vakit o kimse bir müslümanın kıymet ve büyüklüğünü anlamış olur. Her vaâdini ve sözünü yerine getirmeye çalışır. Tersine davranmaz. Hıyânetin ne ölçüde utanç verici bir âmel olduğunu hissetmiş olduğundan kimseye hıyânet etmez.
Ebû Hüseyn oğlu Abdullah (r.a.)’dan şu hadîs rivayet edilmiştir: “Efendimiz (s.a.v.)’in peygamberliği bildirilmeden önce, ben kendisine bir şeyler satmıştım. Sattığım malın değerinden bir kısmını sonradan alırım diye onda bırakmıştım. Geri kalan paramı, söz verdiği gün ve yerde gelip alacağıma söz vermiştim. Fakat her nedense verdiğim sözü ve buluşma gün ve yerini unutmuştum. Üç gün sonra bunu hatırladım. Buluşmak için söz verdiğim yere gittim. Aradan üç gün geçmesine rağmen kendisini orada beni bekler bir durumda gördüm. “Ey genç, bana zorluk çıkardın, beni üzdün, ben üç gündür, sabahtan akşama olacak şekilde bu yerde seni beklemekteyim” buyurmuşlardı.” (Ebû Davûd)
Peygamber (s.a.v.): “Münafıkın izi (alâmeti) üçtür: Konuşursa yalan söyler, bir vaâdde bulunursa vaâdini tutmaz, emanete hıyanet eder.” buyurmuşlardır. (Buharî) Yine Nebi (s.a.v.): “Bir toplum verdiği sözden cayarsa, aralarında döğüş ve öldürme başlar” buyurmuşlardır. Allâh (c.c.) en doğrusunu bilir.
(İmâm Şaranî, Büyük Ahidler, s.993-995)