Devrimizde İslam tebliği ihmal edilmekte ve halk genellikle bundan çok gâfil bulunmaktadır. Bazı kimselerde de şöyle özel bir hastalık vardır. Dini bir görev, hatiplik, yazarlık, eğitim, tebliğ, vaaz’u nasihat vs. gibi bir vazife ile görevlendirildikleri zaman başkalarını ıslah etmeye öyle bir dalıyorlar ki, kendilerinden gâfil kalıyorlar. Halbuki başkalarını ıslah etmek ne kadar gerekli ise ondan daha çok kendi nefsinin ıslahı gereklidir. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) başkalarına nasihat ederken günahlara devam etmeyi defalarca menetmiştir.
Peygamberimiz (s.a.v.) miraç gecesinde dudakları ateşten makaslarla kesilmekte olan bir topluluğu gördü. “Bunlar kimlerdir?” diye sorunca, Cebrâil (a.s.), “Bunlar ümmetinizin vaizleri ve hatipleridir. Onlar başkalarına nasihat ederler, kendileri ise onunla amel etmezlerdi” demiştir. Bir hadîste şöyle buyurulmuştur: “Bir kısım Cennetlikler bazı Cehennem ehline,
Allahu Teâlâ bizzat şöyle buyurmaktadır: “İnsanlara iyiliği emreder de kendinizi unutur musunuz, halbuki kitabı okuyorsunuz; artık (çirkin hareketinizi) anlamaz mısınız?” (Bakara-44)
Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: “Kıyamet günü kulun ayağı şu dört soru sorulmadan yerinden kıpırdamaz: 1-Ömrünü hangi işle geçirdiği, 2-Gençliğini hangi işe sarfettiği, 3-Malı nasıl kazandığı ve nereye harcadığı, 4-İlmiyle ne amel yaptığı.” (Terğib)
(Zekeriyya Kandehlevi, Fezail-i A’mâl, s.544-545)