Ömer bin Abdülâziz (r.a.), vefatı hastalığında vasiyyet edip: “Ben ölüp beni kabre koyduğunuz ve üzerimi örttüğünüz zaman, yüzümün hizasından bir delik bırakın ve oradan bana bakın. Yüzümü kıble tarafında görürseniz, Allâhü Teâlâ’ya şükredin, yakınlarım siz bayram, şenlik yapın. Eğer, Allâh (c.c.) korusun, yüzümü kıbleden döndürülmüş görürseniz, yakınlarıma, kıyamete kadar, baş sağlığı dileyeseniz, azdır. Ben ki, Ömer ibni Abdülâziz’im, kırk iki kişiyi, kendi elimle kabre koymuşum. Dikkatle bakınca, bunlardan ikisinin yüzünü kıbleye dönük görmüşüm. Diğer kırkının yüzü kıbleden döndürülmüştü.”dedi.
Şeyh Ebûbekr-i Varrak Tirmizî (r.aleyh)’i salihlerden biri rü’yâda, kabristanda, gayet üzüntülü olarak oturduğunu, başını dizine koymuş halde görmüş ve “ey şeyh, niçin üzüntülü oturursun?” diye sormuş. Şeyh cevâbında: “Nasıl üzülmeyeyim ki, bu zamanlarda, iki bin ölüyü bu kabristana getirdiler, bir tanesinde bile îmân yoktur.” buyurdu.
Ey kardeşim, ömrümüzü böyle boşa geçirmiş, itaat yerine isyanı vazîfe bilmiş hâlimizle, sonumuz ne olacak? Eğer sadece tâat ve ibâdetlerimizdeki kusur ve eksiklerimizin günâhından sorguya çekilsek, rezil ve rüsvâ oluruz. Nerde kaldı ki, esas işlediğimiz günâhların hesabını verebilelim.
Ey kardeşim! Bütün bu tehlikeler senin önündedir. O halde kendi işinle meşgul ol! Geçmişlerin, ölenlerin hallerinden ibret al. Eğer kıyameti ve Cehennemi şimdi, gözlerinle görmediysen de, azizlerin, büyüklerin vefâtlarını çok görmüşsündür. Ve ölümden kurtuluş yoktur. Ben de, sen de, yakında öleceğiz. Geçici olan mevki ve makama, ni’met ve servete aldanma! Zira ölüm aniden gelir; hazırlıksız olduğun, beklemediğin ve gafil bulunduğun zamanda gelir.
(Muhammed Rebhami, Riyadün Nasihin, s.251,394)