İnsanları Hakka dâvet eden, doğru yolu göstererek saâdete kavuşturan ve kendilerine “Silsile-i aliyye” denilen büyük âlim ve velîlerin on beşincisidir. Allâhü Teâlâ’nın sev­gisini kalplere nakşettiği için, “Nakşibend” denilmiştir
Şemâili, görünüşü birçok bakımdan Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz’e benzediği gibi, sözleri, işleri ve bütün hareket­leri sünneti seniyyeye uygun idi. Konuşmaları Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in konuşması gibi tâne tâne idi. Konuştu­ğu kimseye yönünü dönmüş olarak konuşurdu. Kahkaha ile gülmez, tebessüm ederdi. Her gün kendisini yirmi kere ölmüş ve mezara konmuş olarak düşünürdü.
En başta gelen talebelerinden Alâeddîn-i Attâr şöyle anlatmıştır: “Hâce Behâeddîn Nakşibend Hazretleri o de­rece fakir idi ki, evlerinde kış günleri namaz kılmak için yere serecek bir şey bulunmadığından, eski bir kilim serip, onun üzerinde namaz kılarlardı. Maîşet ve geçimlerine bir çekirdek bile haram karıştırmazlardı. Kendilerinin ve âile efrâdının helâl yemesine çok dikkat ederdi. Şüphelendiği herhangi bir şeyden uzak dururlardı. “İbâdet on kısımdır. Dokuzu helâl rızık aramaktır. Diğer kısmı sâlih ameller ve ibâdetlerdir.” buyurulan hadîs-i şerîfi bildirirlerdi.
Fakir olmalarına rağmen, lütuf ve keremleri bol olup, cö­mert idiler. Bir kimse bir hediye getirse, mümkünse getirilen hediyenin iki misli kıymetinde bir hediye verirlerdi. Tanıdı­ğı veya tanımadığı bir kimse evlerine ziyârete gelse, güler yüzle karşılar, nezâketle yol gösterir, evde ne bulunursa ikrâm ederlerdi. Misâfirlerine bizzat kendisi hizmet ederdi. Eğer ev soğuk olursa, kendi giyeceğini ve yatağını misâfire verirdi. Misâfirin hayvanı varsa, hayvanın yemini ve suyunu verirdi. Nafakasını çalışarak temin ederdi. Bunun için eker, biçerdi. Bir mikdar arpa, biraz da hayvan yemi eker kaldırır, bununla geçinirdi. İşinde bizzat kendisi çalışır, bütün işlerini görürdü.
(Evliyalar Ansiklopedisi, c.10 s.16-55)