İnsanları Hakk’a dâvet eden, doğru yolu göstererek saâdete kavuşturan ve kendilerine “Silsile-i aliyye” denilen büyük âlim ve velîlerin on dördüncüsüdür. Hazret-i Hüseyin’in soyundan olup, seyyiddir. Evliyânın meşhûrlarından olan Muhammed Bâbâ Semmâsî’nin talebesi ve Behâeddîn-i Buhârî Nakşibend hazretlerinin hocasıdır. Çömlekçilik yaptığı için “Külâl” ismiyle meşhûr olmuştur. Büyük bir âlim ve mürşid-i kâmil olup, her ânını İslâmiyete uygun olarak geçirmiştir. Pek çok kimse onun sohbet ve derslerinde kemâle gelmiştir.
İnsanların İslâm ahlâkı ile ahlâklanmasını, kalbin ve rûhun kötü huylardan kurtulmasını, Allâh rızâsı için güzel iş ve ibâdet yapmayı sağlayan ve bu iş için lâzım olan bilgileri öğreten tasavvuf ilminde çok talebe yetiştirmiştir. Bir defasında Mekke-i mükerremeden ve Medîne-i münevvereden tasavvuf ehli olan kimseler, bir cemâat hâlinde Buhârâ’ya geldiler. Emîr Külâl hazretlerini ziyâret etmek ve onunla görüşmek istedilerini söylediler. Buhârâ’da görüştükleri kimseler, onlara; “Mâlesef, Emîr Külâl hazretleri vefât etti” dediler. Gelenler dediler ki: “Madem mübârek yüzünü görmek nasîb olmadı, bari oğullarıyla görüşelim.” Bunun üzerine Emîr Külâl hazretlerinin oğulları ile görüşüp sohbet ettiler. Onlara; “Babamız Mekke ve Medine’ye hiç gitmemişti. Siz onu nereden tanıyorsunuz?” dediler. Gelenler, “Biz de buralara hiç gelmedik. Fakat biz Emîr Külâl hazretlerini Kâ’be’de gördük. İki-üç seneden beri hac mevsiminde bizimle beraber Kâ’be’yi tavaf ederdi. Mekke ve Medine’de pekçok kimse ona bî’at edip talebe olmuştu. Fakat bu sene Kâ’be’ye gelmedi. Merak edip, ona olan muhabbetimiz ve hasretimiz sebebiyle görmeye gelmiştik, fakat nasîb olmadı” dediler. Böylece, Emîr Külâl hazretlerinin, kerâmetle, her sene hac mevsiminde, bulunduğu beldenin halkı farkına varmadan Ka’be’ye gittiği anlaşıldı.
(Rehber Ansiklopedisi, c.5, s.108)