Müslümanlar nazarında Allah (c.c.)’nun şeriâti ilâhi bir kanundur ki, Hz. Muhammed (s.a.v.), kendilerine dünya ve ahiret saâdeti kazandırmak için onu ümmete tebliğ etmek suretiyle Rabbinin elçiliği görevini yerine getirmiştir.
Yüce Allah, ilmiyle herşeyi kuşatmıştır. Dolayısıyla müslümanlar nazarında kulların faydalarını bütün zaman ve mekânlarda kuşatan kânun, ancak Yüce Allah‘ın şeriatidir!
Şu halde İslam şeriatini gayri İslamî kanunlara yaklaştırmaya ve onları şeriatin yerine koymaya çalışan kimse, kalbinde hastalık bulunan ve aklı şerre çalışan kimsedir. Böyle biri, esenlik ve yükselme aradığı yerde fesat ve bozgun bulmaktan başka birşey yapamayacaktır! Kendi aklını Yüce Allah’ın ilminden ve şeriatinden üstün gören kimsenin İslam ile en küçük bir ilgisi kalmamıştır!
Keza yaşadığı zamanda uygulanmaya elverişli görmediği için müslümanların şeriatinden canı sıkılan kimsenin durumu da böyledir
Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: “Hayır, Rabbinin hakkı için onlar, aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükme karşı içlerinde bir burukluk duymadan, tam anlamıyla teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.” (Nisa S. 65)
Şer’î ahkâm, Sahâbe, Tabiûn ve onlardan sonraki neslin Allah (c.c)’nun Kitabı’ndan ve Resûlü (s.a.v.)’in sünnetin-den, apaçık Arap dili mucibince anladıkları şeydir. Fıkıh âlimlerinin yaptığı ise Kitap ve Sünnet’i iyi bir şekilde anlamaktan ibarettir. Hâşâ kanun koymak değildir.
Bâzıları der ki “Bizim elimizde ‘örf’ ve ‘maslahat’ gibi iki unsur vardır ki, bunlarla (yani devrin şartlarına göre) pek çok hüküm değişir.”
Böyle demekle onlar, Allah (c.c)’nun şeriatini, tıpkı duruma göre şekil alan sulanmış beyinleri gibi değişen, her zaman ve duruma göre farklılıklar arz eden bir hale sokmak istemektedirler…
(Muhammed Zahid el-Kevserî, Makâlâtu’l-Kevserî I, s. 301-5.)