Yahudîler, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e “Gel bizimle bir müddet hoş geçin, bizi memnun et de sana tabi olalım” diye bir teklifte bulunmuşlar. Bu teklifteki art düşüncelerini anlatmak için şu âyet inmiş: “Ey Muhammed! Ne yahudîler, ne de hristiyanlar sen onların milletlerine tabi olmadıkça asla senden memnun olmazlar.” Hiçbir şekilde onların gönüllerini hoş edemezsin, meğer ki milletlerine tabi olasın. Halbuki senin için, ikisinin de milletine tabi olmak mümkün değildir.
Şu halde son peygamberlik diline mahsus olan bir belağat ve edeple onlara “Sadece de ki, Allâh’ın hidayeti, işte uyulacak hidayet ancak odur. Hidayet diye ona denilir, sizin hidayet dediğinize değil. Allâh’ın Resûlü (s.a.v.), Allâh’ın kitabı, Allâh’ın dîni dururken, başkasına tabi olmak sapıklıktır. Özellikle hak din, Allâh’ın dînidir. Ancak uyulacak odur. Ben size değil, siz bana uyacaksınız. “Uyulmaya layık olan haktır.” Yol hak yolu, hidayet Allâh’ın hidayetidir. Allâh katında küfre ve şirke yardım yoktur.
Yahudî ve hıristiyanların takip ettikleri din ve millet, inkar edilemez delil ve burhanlarla isbat edildiği üzere, kendi heva ve hevesleriyle, gönüllerinin keyfince uydurulmuş hurafeler, din adına ortaya konmuş bozmalardır. Bunlar hakka değil keyiflerine tabidirler; milletleri, peygamberlere indirilen kitaplardan ve hak yol olan tevhidden, İslam ve ihsan esaslarından çıkmış, bambaşka bir şey olmuştur.
Cenâb-ı Allâh, bütün eski dinlerin temel esaslarını Kur’an’da açıklamış, bunları tasdik ve te’yid edip yeniden onaylamış ve o esaslarından ayrılanların, gerçek dine değil hevalarına uyduklarını göstermiştir. Din dedikleri şeyin aslında hevadan ibaret bulunduğunu hatırlatarak Peygamber (s.a.v.)’i bunlara uymaktan şiddetle sakındırmıştır. Bu ihtarın Peygamber (s.a.v.)’den ziyade ümmetine yapılmış olduğunda şüphe yoktur. O heva ve heves sahipleri, o tahrif ve bid’at ehli, artık gerçek manasıyla Kitap ehli değillerdir.
(Hak Dîni Kur’an Dili, 1.c., 398.s.)