Boyu uzun, levni buğday benizli, yüzü gökçek, sakalının ekserisi siyah idi.
Yaşadığı devirlerde herkesin makbulü idi. Ömrü uzundu. Aslı İranlı ateşe tapan bir karye beyinin oğlu idi. Hakk dîni­ni aradı, islâm olunca (müslümân olunca):
islâm’ın oğlu Selmân’ım! diye övünür ve sevinirdi. Hz. Ömer (r.a.) ondan görerek, kendine:
İslâm’ın oğlu Ömer, der ve öğünürdü. Herkes Selmân (r.a.)’i severdi:
Selmân bizdendir, derlerdi. Peygamberimiz (s.a.v.) da­hi:
Selmân ehli beyttendir, buyururlardı.
Birgün Resûlullâh (s.a.v.), Selmân (r.a.)’in omuzuna el­lerini koyarak:
Bunlardan öyle erler vardır ki, îmân Süreyya yıldı­zında olsa, muhakkak ona yetişirler, bulurlar, buyurdu.
“Selmân’a doyasıya ilim verilmiştir.” ve
“Herkes cennete âşık, cennet de Alî, Ammar ve Sel­mân’a aşıktır?” hadîsleri meşhurdur.
Tevazu’, iş bilmek ve bitirmek, geçim ehli olmakta kemal halinde idi. Âhir zaman Nebisini araya araya bulan ve ilk defa Nübüvvet mührünü öpenlerdendi. Hâtemü’n Nebiyyîn'(s.a.v.)’in necip ve enîsi idi.
Sözleri:
Üzerinde Rabbinin, kendinin, ailenin, komşularının hak­ları vardır.
Sâhiblerine vakti ile haklarını vermelisin.
Meşru’ olarak ye, iç, oruç tut, namaz kıl, uyu.
Kul Hakk’a tam itaat ederse, Hakk da onun istediğini muhakkak verir, buyururdu.
Silsilede emâneti Hazreti Ebû Bekir Sıddîk’ten almış­lardır. “Evliyanın rehberi” diye anılır.
(Muhammed b. Abdullah HANİ (rh.a.), Âdâb, 54. s.)