Yezid el-Fakîr (r.a) şöyle anlatıyor: Cabir b. Abdillah’la(r.a) konuşuyordum. Bir ara “Bazı kimseler cehennemden çıkacaklardır” dedi. Ben buna inanmadığım için öfkelenerek şöyle dedim: “Bunu bir başkası söylemiş olsaydı şaşmazdım; fakat siz Hz. Peygamber’in (s.a.v) sahabilerinin söylemesine şaşıyorum. Allâh Te’âlâ’nın (c.c) “Onlar ateşten çıkmayı isterler. Fakat çıkamazlar. Onlar için dâimî bir azap vardır” (Mâide s.37) âyetini bildiğiniz halde bunu nasıl söyleyebiliyorsunuz?”.
Bu sözlerim üzerine Cabir’in arkadaşları beni terslediler. Fakat çok iyi birisi olan Câbir(r.a) onlara “Onun yakasını bırakınız” dedi ve sonra da bana dönerek şunları söyledi: “O okuduğun âyet sadece kafirler içindir. “Şüphesiz ki, eğer yeryüzünde ne varsa hepsi ve onunla birlikte bir misli kafırlerin’ olsa ve onu kıyamet gününün azabından kendilerini kurtarmak için fidye olarak verseler yine de kendilerinden kabul olunmaz. Onlar için elem verici bir azap vardır. Onlar ateşten çıkmayı isterler. Fakat çıkamazlar. Onlar için daimî bir azap vardır” (Mâide s.36-37)”
Bundan sonra da “Sen Kur’an okumuyor musun?” diye sordu. “Okurum; hatta Kur’an’ı tamamen ezberledim” dedim. Bunun üzerine şunları söyledi: “Peki Allâh Te’âlâ (c.c.), Kur’ân-ı Kerim’de “Gecenin bir kısmında kalk ve sana mahsus bir fazlalık olmak üzere onunla (Kur’an’la) namaz kıl! Rabb’inin seni övgüye değer bir makama (Makâm-ı Mahmud’a) göndermesi umulur” (İsrâ s.79) buyurmuyor mu? İşte bu âyetteki “Makâm-ı Mahmud”, şefaat makamıdır. Allâh Te’âlâ (c.c) günahlarından dolayı bazı kimseleri dilediği kadar cehennemde bırakacak ve yine dilediği bir zaman da oradan çıkaracaktır. Bu müddet zarfında da onlarla konuşmayacaktır”. Bu hadiseden sonra artık şefaatı yalanlamaktan vazgeçtim.
(Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, c.3, s.322-323)