Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur: “Tevbe eden, hallerini düzelten ve beyân edenler hariç. İşte ben onların tevbesini kabul ederim. Ben, tevbeleri çok kabul eden ve çok merhametli olanım.” (Bakara s. 160)
Allâhü Teâlâ, Kur’ân-ı Kerîm’de indirdiğini gizleyenler hakkında büyük bir tehdit olduğunu bildirmiştir. İşte bunun üzerine Allâhü Teâlâ, tevbe ettiklerinde, tehdit edilen kimselerin hükmüne dahil oldukları halde, hükümlerinin değişebileceğini beyân etmiştir. Tevbe çirkin bir fiilden dolayı pişmanlık duymaktan ibarettir. Çünkü emâneti yerine vermeyen, sonra da insanlar kendisine kızar veya hâkim şehadetini reddeder düşüncesiyle yaptığına pişman olursa, o kimse bu durumda tevbe etmiş olmaz. Yine böylece, şehâdeti kabul edilsin veya öğülsün diye her türlü emâneti yerine getirmeye ve her türlü vâcibi edâ etmeye karar verse yine tevbe etmiş olmaz. İşte tevbedeki ihlâsın mânası budur.
Daha sonra Cenâb-ı Hâkk, kişiye, tevbesini müteakip, bozduğu şeyi ıslâh etmesinin gerekli olduğunu beyân etmiştir. Meselâ bir kimsenin kalbine ve kafasına şüpheler atarak, onun dinini bozan kimsenin, o şüpheleri ortadan kaldırması gerekir.
Daha sonra Cenâb-ı Hâk üçüncü kez, gizleme işinin zıddı olan beyân etme işini o kimsenin yapmasının vâcib olduğunu belirtmiştir. Ki bu da, O (c.c.)’un, “beyân edenler” ifâdesinden elde edilen bir hükümdür. Böylece bu âyet, tevbenin ancak caiz olmayan her türlü şeyi terketmek ve caiz olan her şeyi yapmakla meydana geleceğine delâlet eder.
(Fahruddîn Er-Râzî, Tefsîr-i KebîrMefâtîhu’l-Ğayb, c.4, s.115)