Hammâd İbni Rabbâh (rh.a), oturduğu zaman namazdaki gibi dizleri üzerinde otururdu. Ona rahat bir biçimde oturmak önerildiği zaman da şöyle derdi: “Rahat oturmak, güven duyanların oturuşudur. Bense günahkâr bir kul olduğum için, güven duyacak durumda değilim.”
Hâtim el-Asamm (rh.a) şöyle demiştir: “Bulunduğun yer ve yörenin sâlih olmasına aldanma. Çünkü Âdem (a.s.) cennetteydi, başına gelen de orada başına gelmiştir. İbâdetinin çokluğuna aldanma. Çünkü bir vakit İblis de çok ibâdet etmiştir. İlminin çokluğuna aldanma. Çünkü Bel’am’ın da ilmi çoktu, başına gelen de buna rağmen gelmiştir. Sâlih kimselerle beraber olmaya aldanma. Ebû Leheb, Allâh Resûlü (s.a.v.)’in akrabası, Ebû Cehil de onun komşusuydu. Allâh (c.c.) yanında en makbul insanın yanında ve yakınında olmak bunlara fayda vermemiştir.”
Atâ es-Sülemî (rh.a) şöyle demiştir: “Cehennem korkusu bende iştihâ (iştah) bırakmamıştır.”
Hz. Ali (k.v.) de şunu söylemiştir: “Allâh Resûlü (s.a.v.)’in ashâbı geceleri Allâhü Te’âlâ’nın kitabını okuyarak ve namaz kılarak ihyâ ederlerdi. Allâhü Te’âlâ korkusuyla gözerinden yaşlar akar ve elbiselerini ıslatırdı.
Âbdullah İbni Abbas (r.a.) şöyle demiştir: “Bu dünyada nasıl sevinebiliriz ki; önümüzde ölüm, kabir, kıyâmet, Sırat köprüsü ve Allâhü Te’âlâ’nın huzurunda hesap verme gibi birbirinden ağır ve zor olaylar vardır.”
Bu zatlar, günâhlarının olmamasına veya çok az olmasına rağmen Allâhü Te’âlâ’dan çok korkmuşlardır. Biz ise, şehvet, gaflet ve kasvetle malul olduğumuz için kalplerimizde yeterli korku hissetmiyoruz. Bunu hissetmeyince de ne günâhlarımızın çokluğu, ne amellerimizin azlığı, ne duygularımızın canavarlaşması, ne de bu kötü hâl içinde ecelimizin yaklaşmış olması bizi ürkütmüyor ve silkeleyip harekete geçirmiyor.
(İmâm-ı Gazâlî, İhyâ-u Ulûmi’d-dîn, c.4 s.337-347)