Medine’ye hicret etmiş olan sahabilerin çoğu ilk anda sıtmaya tutuldular. Hastalık onları çok zayıf düşürdü. Allâh Te’âlâ, Nebî (s.a.v)’i bu hastalığa yakalanmaktan korudu. Sıtmaya yakalanan sahabiler namazlarını ancak oturarak kılabiliyorlardı. Bir gün yine oturarak namaz kıldıkları bir sırada Nebî (s.a.v) çıkageldi. Halkı bu halde gördüklerinde Nebî (s.a.v) “Şunu biliniz ki bu şekilde kılınan namazın sevabı ayakta kılınanınkinin yarısı kadardır” buyurdular. Bunun üzerine halk daha fazla sevap kazanabilmek için zayıflıklarına ve hastalıklarına rağmen namazı ayakta kılabilmek hususunda kendilerini zorladılar.
-Misver b. Mahreme şöyle anlatıyor: Hz. Ömer(r.a) yaralandığı zaman yanına girdim. Üstüne bir örtü örtmüşlerdi. “Nasıl oldu?” diye sordum. “Gördüğün gibidir” dediler. “Onu namaz ile ayıltın. çünkü ona namazdan daha fazla korku veren bir şey yoktur” dedim. Bunun üzerine halk “Ey Mü’minlerin Emîri, kalk namaz vakti geçiyor” dediler. Hz. Ömer “Ya Allâh” diyerek kalktı ve “Namaz kılmayanın İslâm’da hakkı yoktur” dedi ve yarasından kanlar aktığı halde abdest alıp, namaza durdu.
(Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, cilt.3, s.156,157,372)
Sahabe efendilerimizin (r.a.) bir ahlâkı da mescitlere bitişik evlerde oturmayı tercih etmeleri idi. Çünkü, bu sayede zamanlarının çoğunu mescitte geçirebiliyorlardı. Pek tabîî burada en önemli nokta mescit âdabına riayettir. Onlar da bu hassasiyeti zaten gösteriyorlardı. Sonra Allâh Rasûlünün (s.a.v) şu hadisi de onların bu arzuyu göstermelerinde rol oynamıştır: “Mescitler takva sahiplerinin evleridir. Allâh, mescitler evi olan kişinin rahatını, huzurunu üstlenir, sırat köprüsünü geçmeyi tekeffül eder.” Hakem b. Umeyr (r.a) şöyle diyordu: “Mescitleri evler edinin.” Ebû İdris el-Havlanî (r.h.): “Mescitler, insanların Allâh’a ikramda bulundukları evleri ve oturum mekânlarıdır” deyip şu hadisi aktarıyordu: “Mescid her takva sahibinin evidir.”
(İmam Şa’rânî, Selefin İhlâs ve Takvası, s.296-297)