Şâh-ı Nakşibend Hazretleri şöyle buyururdu: “Sofra başın­da kendinizi Allâhü Te‘âlâ’nın huzûrunda biliniz. O’nun verdiği nîmeti yediğimizi unutmayınız.”
Bir gün talebelerinden birisi yemek getirdi. Şâh-ı Nakşi­bend Hazretleri buyurdu ki: “Bu hamuru yoğuran ve yemek­leri pişiren kimse, başlamasından bitirmesine kadar gadab hâlinde idi, kızmış hâlde idi. Biz ondan hiçbir şey yiyemeyiz. Zîrâ böyle yapılan yemeklerde hiçbir hayır ve hiçbir bereket yoktur. Belki de şeytân yemek yaparken hep onunla bulun­muştur. Bizler böyle bir yemeği nasıl yiyebiliriz?”
Buyurdu ki: “Yenilecek bir gıdâ, bir yiyecek, her ne olursa olsun gaflet içinde, gadabla veya kerâhatle hazırlansa, tedârik edilse, onda hayır ve bereket yoktur. Zîrâ ona nefs ve şeytân ka­rışmışdır. Böyle bir yiyeceği yiyen kimsede, mutlaka bir çirkin ne­tice meydana gelir. Gaflete dalmadan yapılan ve Allâhü Te‘âlâ’yı düşünerek yenen helâl ve hâlis yiyeceklerden hayır meydana gelir. İnsanların hâlis ve sâlih ameller işlemeye muvaffak olama­malarının sebebi; yemede ve içmede bu husûsa dikkat etmedik­lerinden ve ihtiyatsızlıktandır. Her ne hâl olursa olsun, bilhassa namazda huşû’ ve hudû’ hâlinde bulunmak, zevkle ve göz yaşı dökerek namaz kılabilmek, helâl lokma yemeye, Allâhü Te‘âlâ’yı hâtırlayarak yemeği pişirmek ve yemeği Allâhü Te‘âlâ’nın huzûrunda imiş gibi yemeğe bağlıdır. Vücûduna haram lokma karışmış bir kimse, namazdan tad duymaz.”
Tasavvufdaki hâllerinin kaybolduğunu söyleyen bir talebe­sine; “Yediğin lokmaların helâlden olup olmadığını araştır.” bu­yurmuştur. Talebesi araştırdığında, yemeğini pişirirken ocakta helâl olup olmadığı şüpheli bir parça odun yakmış olduğunu tesbit ederek tövbe etmiştir.
Namazda hûdû’ ve huşû’ nasıl elde edilir? diye sorulunca, buyurdu ki: “Huzûrlu bir hâlde helâl lokma yiyeceksiniz. Huzûr ile abdest alacaksınız ve namaza başlarken iftitâh tekbirini, kimin huzûruna durduğunuzu bilerek, düşünerek söyleyecek­siniz.”
(Evliyalar Ansiklopedisi c.10 s.16-55)