Sabahları Zikir ve Tefekkür ile Uğraşmak

Sabahları Zikir ve Tefekkür ile Uğraşmak başlıklı yazımızı istifadenize sunuyoruz.

Hâkk yolcusu, sabah namazını kıldıktan sonra Kur’ân okumaya ve çeşitli şekillerde zikretmeye, hamd ve tesbih etmeye başlar. Allâh (c.c)’un azâmetini, nimetlerini, insanın hesap ettiği ve edemediği, bildiği ve bilmediği yerlerden O (c.c.)’un lütuf ve ihsânının kendisine nasıl kesintisiz olarak geldiğini tefekkür eder. Ulaşmış olduğu zahir ve bâtın nimetlere şükretmedeki yetersizliğini düşünür. Yine mükellef olduğu itaati yerine getirmede ve nimetlere karşı devamlı şükretmedeki acizliğini düşünür ve gelecekte yapmakla memur olduğu emir ve görevleri düşünür. Ayrıca Allâh (c.c.)’un, onun kusurlarını devamlı nasıl örttüğünü ve kendisine bu şekilde lütufta bulunduğunu tefekkür eder. Yine işlediği ve aşırı gittiği günâhlarını göz önüne getirir, ayrıca boş vakitlerini salih amelle değerlendiremediğini düşünür.
Mümin bu tefekkürüyle Allâh (c.c.)’un mülk âlemindeki hâkimiyetini ve melekût âlemindeki yüce kudretini, bunlardaki ayet ve nimetlerini tefekkür eder. Yine Allâh (c.c.)’un azâbını ve O’nun zahir ve bâtın nimetleriyle olan imtihanını düşünür. Nitekim Allâh (c.c.)’un, “Onlara Allâh’ın eski milletlere olan muamelesini hatırlat” (İbrahim s. 5) âyetiyle Allâh (c.c.)’un nimetlerinin kastedildiği söylenmiştir. Bundan maksat, Allâh (c.c.)’un azâbıdır da denilmiştir. Yine; “Felâha ermeniz için Allâh’ın nimetlerini anın” (A’raf s. 69) âyeti ve “Allâh’ın hangi nimetini inkâr ediyor, yalanlayabiliyorsunuz?” (Rahman s. 16) âyeti bu konuyla ilgilidir. Allâh (c.c.)’un sizin üzerinizdeki nimetlerini hatırlayın, zikredin demektir.
Zikir bir ibâdettir. Zikir, zikredeni, tefekküre götürür. Tefekkür de korku ve ümide götürür. Nitekim ayette şöyle buyurulmuştur: “Onlar, ayaktayken, otururken ve yanları üzeri yatarken Allâh’ı zikrederler. Onlar, semaların ve arzın yaratılışı üzerine düşünürler. “Ey Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın, seni eksikliklerden uzak tutarız. Bizi ateş azabından koru.” (Al-i İmran s. 191)
(Ebû Tâlib El-Mekkî, Kûtu’l Kulûb, c.1, s.113-114)