İnsanların, günlük yaşantılarını sürdürürken veya hayata dair planlar yaparken rızk endişesi taşımamaları gerekir. Hakk Te‘âlâ hazretleri;
“Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allâh’a ait olmasın. Her birinin (dünyada) duracakları yeri de, (öldükten sonra) emaneten konulacakları yeri de O bilir. Bunların hepsi açık bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da yazılı)dır.” (Hûd s. 6) buyurmaktadır. Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz: “Aslandan kaçar gibi rızkınızdan kaçsanız, o yine de gelir sizi bulur.” buyurmuşlardır. Burada kişiye düşen kendisi için tayin edilen bu rızka helâl yoldan mı haram yoldan mı ulaşacağını belirlemektir. Bu konuda Hz. Ali (r.a.) efendimizin yaşadığı şu hadise son derece yerinde bir örnek olacaktır:
Hz. Ali (r.a.) efendimiz Kûfe’de bulunduğu sırada bir câmiye gidiyor. Kapıda bekleyen bir kişiden kendisi namaz kılıp gelene kadar devesini tutmasını rica ediyor. Namazını bitirip dışarı çıkarken deveyi emanet ettiği kişiye bahşiş olarak vermek üzere iki dirhem hazırlıyor. Dışarı çıkınca devenin yularının emanet ettiği kişi tarafından çalındığını görüyor. Orada bulunan başka birine selâm veriyor ve iki dirhemi ona vererek o para ile çarşıdan bir yular almasını rica ediyor. O zât çarşıya giderek iki dirheme bir yular satın alıp Hz. Ali (r.a.) efendimize getiriyor. Hz. Ali (r.a.) efendimiz bakıyor ki bu yular biraz evvel devesinden çalınan yuların ta kendisi. Bunun üzerine yuları getiren kişiye durumu anlatıyor ve “Ben sana verdiğim iki dirhemi deveme sahip çıktığı için o adama verecektim. Adamın nasibi iki dirhemmiş; ancak o helâl yoldan kazanmak yerine haram yoldan kazanmış oldu.” buyuruyor. Bu son derece güzel bir örnektir. Bir Müslümânın da ticaret hayatında buna dikkat etmesi gerekir.
(Ömer Muhammed Öztürk, Sohbetler-2, s.92-93)