Bu, birkaç bakımdan olur:
1- Kur’ân-ı Kerîm’de meâlen; “Onlar nefslerine zulm ettikten sonra gelirler. Allahü Teâlâ’dan af dilerler. Resûlüm de, onlar için istiğfâr ederse, Allahü Teâlâ’yı elbette tövbeleri kabûl edici ve merhamet edici olarak bulurlar” buyuruldu. (Nisâ-64)
2- İkinci delîl sünnettir. “Kim benim kabrimi ziyâret ederse…” hadîs-i şerîfinin umûmundan anlaşılmaktadır. Bu hadîs-i şerîf, uzakta ve yakında olana, sırf Resûlullah’ın kabrini ziyâret için gidene ve yolculuk vesîlesi ile ziyâret edene şâmildir. Bunların hepsi hadîs-i şerîfin umûmuna dâhildir. Bilhassa;“Kim sırf ziyâret için bana gelirse…” hadîs-i şerîfi, ziyâret için yolculuk yapmak husûsunda, hattâ sırf bu niyet ile yola çıkmak, başka hiçbir şeyi düşünmemek husûsunda gâyet açıktır.
3- Resûlullah Efendimiz’i ziyâret kurbet (ibâdet) olunca, ziyâret için sefere çıkmak da kurbettir. Çünkü ziyâret, bir yerden bir yere intikâldir. Bu yüzden, sefer de ziyâret kelimesine dâhildir. Aynı şekilde Resûlullah Efendimiz’in (sallallahü aleyhi ve sellem), kabirleri ziyâret etmek için Medîne-i Münevvere’den çıktıkları da sâbittir. Yakına çıkmak câiz olunca, uzağa çıkmak da câizdir. Başkasının kabrine gitmek meşrû olunca, Resûlullahın kabr-i şerîfine gitmek öncelikle meşrûdur.
4- Bu husûsun câiz olduğunda, önce ve sonra gelen âlimler sözbirliği etmişlerdir. Her sene müslümanlar, hac vazîfesini yerine getirmeden önce veya getirdikten sonra, Resûlullah’ın (s.a.v.) kabr-i şerîfini ziyâret etmektedirler. Eğer hacca giderken yolları Medîne-i Münevvere’den geçmezse, mallarını ve paralarını bu yolda sarf ederek, uzun mesafeleri katedip, yine Resûlullah’ın (s.a.v.) ziyâretine gelmişlerdir. Bu yolculuğu, Resûlullah’ı ziyâretin kurbet (ibâdet) ve tâat olduğuna inanarak ve O’nun vesîlesi ile Allahü Teâlâ’ya yakınlaşmak için yapmışlardır.
(İmâm-ı Sübkî, Şifâüs-sikâm fî ziyâreti hayr-il-enâm)