Ey Mescid-i Nebevi’ye gelen kişi! Resûlullâh (s.a.v.)’e selâm okuyup, salât ve selâm getirdikten sonra minberine gitmeli, orada Resûlullâh (s.a.v.)’in hutbe okumak ve va’z u irşadda bulunmak için o minbere vekar ve tâzim ile çıkışını tasavvur etmelisin. Minber üzerinde durduktan sonra yüzünü Ashab-ı Kirâm (r.a.e.)’e nasıl çevirdiğini ve o yüzün nasıl pırıl pırıl parladığını da hayal etmelisin. Yine orada onun Allâhü Te‘âlâ’ya hutbesiyle, Ashab-ı Kirâm (r.a.e.)’i itâat etmeye teşvik ettiğini ve muhacirler ile Ensar (r.a.e.)’in onun etrafını nasıl çevirdiklerini hatırlamalısın. Orada Allâhü Te‘âlâ’dan şu istekte bulunmalısın: Kıyâmette seninle onun arasına herhangi bir mâni girip seni ondan uzaklaştırmasın.
İşte bütün bunlar hac amellerinde kalbin vazifeleridir. Ziyarete gelen kişi, bütün bu vazifeleri yaptıktan sonra kalben mahzun olması ve korkması gerekir. Çünkü kişi acaba haccı kabul olunup kendisi mahbublar zümresine kaydedildi mi, yoksa haccı reddolunup kendisi rahmet kapısından kovulanlara mı ilhak edildi? Bunun keyfiyetini bilmemektedir. Bu keyfiyeti kalbinden ve amellerinden öğrenmeye çalışmalıdır. Eğer kalbinin dünyadan uzaklaşmasının daha fazla olduğunu, Allah’a ve ünsiyet evine daha yakınlaştığını görür ve amellerinin de şeriat mizanıyla tartıldığını müşahede ederse o zaman haccının kabul olunduğuna can-ı gönülden inanmalıdır.
Çünkü Allâhü Te‘âlâ ancak kendisini sevenin amelini kabul eder ve Allâhü Te‘âlâ kimi severse onun yardımcısı olur. Sevgisinin alâmetlerini onda belirtir ve gösterir. Melun İblis’in ona tasallut etmesini önler. Bu bakımdan o kimsede böyle bir durum bulunursa, muhakkak bilmelidir ki bu, haccın kabul olunmasına delâlet eder. Eğer tam bunun aksini görürse, o vakit belki de seferinden ancak meşakkat ve yorgunluk kalmıştır. Böyle bir durumdan Allâhü Te‘âlâ’ya sığınırız!
(İmâm Gazâli, İhyâ-u Ulumi’d-din, 1.c., 766-768.s.)