Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz’in makâmı ve bereketi sebebiyle
tevessülde bulunmak, peygamberlerin sünneti ve geçmişteki
sâlihlerin sîretidir. Dört mezhebin âlimlerinden bir çoğu,
Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz’i ziyâret bahsinde; ziyâretçinin
kabr-i şerîfe dönmesinin, Resûlullâh (s.a.v.) ile tevessülde bulunmanın
sünnet olduğunu, dile getirmiştir.
Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz’in irtihâlinden üç gün sonra,
onlara bir Arâbî gelip kendisini kabr-i şerîfin üzerine atmış,
oranın toprağından başının üzerine saçmış ve “Yâ Resûlullâh
(s.a.v.), Sen söyledin, biz de Senin kelâmını işittik ve kabûl ettik.
Bizim Senden muhafazaya çalıştığımızı, Sen de Allâh’dan
telakkî ve muhâfaza ettin. Allâhü Te‘âlâ’nın sana indirdikleri
arasında şu âyet de bulunmaktadır:
“Onlar, kendilerine zulmettikleri vakit sana gelip de
Allâh’dan mağfiret dileselerdi (Sen) Peygamber de onlar
için mağfiret dileyiverseydi(n) elbette Allâh’ı tevbeleri
hakkıyla kabûl edici, çok esirgeyici bulacaklardı.” “Ben de
nefsime zulmettim, Rabbime benim için mağfiret dileyivermeniz
için zâtına geldim” dedi. Kabr-i şerîften: “O, seni muhakkak
yarlığadı” diye bir ses yükseldi.
Hadîs-i şerîf: “Hayâtım sizin için hayırdır; siz haber verirsiniz
ve haberdâr edilirsiniz. Ölümüm de sizin için hayırlıdır.
Yaptıklarınız bana arz olunur. Hayırdan bir şeyi gördüğümde
Allâh’a hamd ederim. Şerden bir (şey) gördüğümde
sizin için mağfiret dileğinde bulunurum.”
Netîce; ehl-i sünnet ve cemâat mezhebine göre, Resûlullâh
(s.a.v.) Efendimiz’in gerek hayâtında, gerekse irtihâlinden sonra
O (s.a.v.) ile tevessül etmek câizdir. Diğer peygamberler ve
sâlih kullar ile tevessül de câizdir. Zikri geçen hadîs-i şerîfler
buna delâlet etmektedir. Zîrâ biz, ehl-i sünnet ve cemâat topluluğu
olarak, yaratma ve yok etme, fayda ve zarar eriştirme yönünden
gelecek te’sîrin ancak Allâh’a mahsûs olduğuna itikâd
etmekteyiz. Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz için yaratma, yoktan
var etme, fayda ve zarar eriştirme cihetinden bir te’siri olduğuna
inanmıyoruz.
(Yûsuf en-Nebhânî, Şevâhidü’l Hakk, 157-162.s.)