Nebî (s.a.v.) şöyle buyurmuştur; ‘‘Üzerime günde bin defa salavât getiren kimsenin Allah cesedini cehennem ateşine haram kılar.’’ (Mustatraf)
Abdullah ibn Amr ibni As (r.a.)’den rivâyet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu. “Ezan işittiğiniz zaman müezzinin söylediklerin aynen siz de söyleyin sonra bana salavât getirin çünkü bir kimse bana bir salavât getirirse Allah ona on kere rahmet eder. Daha sonra benim için Allah’tan vesileyi isteyin çünkü vesile cennette Allah’ın kullarından tek bir kuluna layık olan bir makamdır. O kulun ben olacağımı umuyorum. Benim için vesileyi isteyen kimseye şefaatim vâcip olur.” (Müslim, Salat 11)
“Gerçekten Allah ve melekleri Peygambere salat ederler. Ey îman edenler, siz de ona salat edin ve gönülden teslim olun.” (Ahzâb s. 56 )
“Kaab bin Acere demiştir ki: Bu âyet nazil olduğu zaman Resûlullah (s.a.v.) Efendimize: Ey Allah’ın Resûlü, sana nasıl selam vereceğimizi ve nasıl selavat getireceğimizi bilmiyoruz dediğimde, buyurdular ki: “Allâhümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed.”
Bu âyetin nüzulünden sonra, nasıl salavât getirecekleri hakkında Ashab-ı Kiram’ın sorusu ve “Allâhumme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed.” diyen Resûlullah (s.a.v.)’ın cevabı, açık olarak gösteriyor ki, bu âyeti kerime’ de, ehli beyte de salavâtın getirilmesinin murad olduğuna açık delildir. Eğer âyeti kerimeden bu anlaşılmamış olsaydı, âyetin hemen nüzulünden sonra, ne bu soruya ve ne de Resûlullah (s.a.v.) tarafından verilen cevaba ihtiyaç kalmayacaktı. Ashabın bu şekilde cevap almaları, Resûlullah (s.a.v.)’in âline (ailesine ve soyuna) de salavâtın getirilmesi emir olunduğuna delalet eder. Hem de Resûlullah (s.a.v) bu konuda âlini de kendi nefsi yerine koymuştur. Çünkü salavâttan maksat hürmettir. (Ehl-i Sünnet Akaidi c.2 s. 33)
Resûlullah (s.a.v)’ın ismini işittiği vakit salavât getirmeyi terk etmek. Dilin âfetlerinden sayılmıştır.
 (İbrahim Eken, Kulluk, s.140)