Peygamberler bir şey emrettiğinde veya bir şey yasakladığında bunu kendi şahsi yetkileri ile yapmaz, bilakis o bunu Allâh (c.c.)’ün elçisi sıfatıyla yaparlar. Allâh bizzat Resûlullâh (s.a.v.)’e itaat konusunda kesin bir emir verince, dolaylı bir şekilde de olsa, Resûlullâh (s.a.v.)’e itaat gerçekte Allâh’a itaat olmaktadır. Bu nokta Kur’ân-ı Kerîm tarafından açık bir şekilde şu ifadelerle ortaya konmuştur: ‘Kim Resûl’e itaat ederse, Allâh’a itaat etmiş olur.’ (Nisa s. 80)
Öyleyse Kur’ân-ı Kerîm’de her ne zaman sadece Resûl’e itaat zikredildiyse bu, söylenmese bile (zımnen) Allâh (c.c.)’e itaati ihtiva etmektedir. Çünkü Resûl, bir elçi sıfatı çerçevesinde, Allâh (c.c.)’den gelen bir vahyin rehberliği olmaksızın herhangi bir şey söylemez: ‘O Peygamber kendi hevasından konuşmaz, onun konuştuğu ancak kendisine vahyolunan bir vahiydir.’ (Necm s. 3)
Bu açıdan bakıldığında Resûlullâh (s.a.v.)’e itaat, Allâh (c.c.)’e itaati temsil etmekte ve öncekine yapılan referans, daima sonrakini ihtiva etmektedir. Bundan dolayı Kur’ân-ı Kerîm, pratik olarak Allâh (c.c.)’e itaat, sadece Peygamber (s.a.v.)’e itaatle mümkün olduğundan bazı ayetlerde sadece Resûlullâh (s.a.v.)’e itaate atıfta bulunmayı yeterli görmüştür.
Buna mukabil, Kur’ân-ı Kerîm, Peygamber (s.a.v.)’e itaati gözardı etme konusundaki en küçük mazereti dahi ortadan kaldırmak ve bütün kapsamıyla uyulan bir ‘Peygambere itaat’ gerçekleşmeksizin Allâh (c.c.)’e itaatin tamam olmayacağı gerçeği üzerinde herhangi bir şüphe bırakmamak için Resûlullâh (s.a.v.)’e itaate referans yapmaksızın, sadece Allâh (c.c.)’e itaate atıfta bulunmayı yeterli görmemiştir. Âyet-i kerime’de şöyle buyrulur: ‘Kim Allâh’a ve Resûlü’ne karşı gelirse, onun için cehennem ateşi vardır. Onlar orada ebeddiyyen kalacaklardır.’ (Cin s.23)
(Muhammed Taki Osmanî, Sünnetin Değeri ve Bağlayıcılığı, s.18)