Resûlullâh (s.a.v.) buyuruyor:
“Allâh’dan başka ilâh olmadığına, şahâdet edip bana ve benim getirdiklerime îman edinceye kadar insanlarla (kâfirlerle) savaşmam bana emrolundu. Onlar bunları yapınca Müslümanlık hakkının muktezası (olan cezalar) müstesna, mallarını ve canlarını benden kurtarır, (içlerindeki gizli hususların) hesaplarını ise, onları Allâh görür.”
Resûlullâh (s.a.v.)’e îman etmek; O’nun peygamberliğini, Allâh’ın O’na gönderdiğini, kendisinin getirdiğinin tümünü ve bütün söylediklerini tasdik etmektir. Kalble olan bu tasdikin, Resûlullâh (s.a.v.)’in peygamberliğini ikrar etmek için getirdiği kelime-i şahâdete mutabık olmasıdır. Kalble olan tasdik, dille olan ikrarla birleştiğinde Resûlullâh (s.a.v.)’e olan îman tamamlanmıştır.
Cenab-ı Hakk buyuruyor ki:
“Münafıklar sana geldiği zaman “şahâdet ederiz ki, sen muhakkak ve mutlak Allâh’ın Peygamberisin” dediler. (Bu sözü kalbleriyle tasdik ederek değil, sadece dilleriyle söylediler). Allâh da bilir ki, sen elbette O’nun peygamberisin. (Fakat) Allâh o münafıkların hiç şüphesiz yalancılar olduğunu da biliyor.”
Yani, onlar bu sözlerinde yalancılardır. Çünkü onlar, söylediklerini ne tasdik ediyorlar, ne de ona inanıyorlar. Onlar inanmadıkları halde böyle söylüyorlar. Onlar söylediklerini, kalbleriyle tasdik etmedikleri için kalblerinde bulunmayanı, dilleriyle söylemeleri kendilerine hiçbir yarar sağlamaz. Böyle olanlar Müslüman sayılmazlar. Âhirette de kendilerine Müslüman muamelesi edilmez. Zira kendilerinde islâm’dan hiçbir şey bulunmuyor. Onlar kâfirlere katılarak, cehennemin en aşağı tabakasına atılırlar.
(Kadı ‘Iyaz, Şifâ-i Şerîf, 378-379.s.)