Abdullah bin Mes‘ûd (r.a.)’den rivâyet edildiğine göre,
Resûlullâh (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Şüphesiz kıyâmet günü insanların bana en yakın olacak
olanı, bana en çok selâvat getirenidir.”
Allâhü Te‘âlâ şöyle buyurur: “Allâh ve melekleri,
Peygamber’e çok salâvat getirirler. Ey mü’minler! Siz de
ona salâvat getirin ve tam bir teslimiyetle selâm verin.”
(Ahzâb s. 56)
Hz. Peygamber (s.a.v.)’e selâvatta bulunmak, O (s.a.v.)
için yapılan bir duadır; hatta duâların en üstünlerindendir. Bu,
O (s.a.v.)’in değerlerini yüceltmek, diğer bütün insanlığa karşı
üstünlüğünü itiraf etmekdir.
Hz. Peygamber (s.a.v.)’e salâvatta bulunmak, kesinlikle
kabul edilen duâlardandır. Çünkü Resûlullâh (s.a.v.)’in, Allâh
(c.c.) katındaki konumu yücedir.
Âlimlerden bazıları, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e selâvat getirmeye
riyânın karışmadığını, kişinin bunu gizli yâ da açık
söylemesinde herhangi bir sakınca olmadığını söylerler. Çünkü
bu bizim üzerimizde, O (s.a.v.) için yerine getirmemiz gereken
bir haktır. Bunun için, Resûlullâh (s.a.v.)’in ismi anıldığında
selâvatta bulunmayı terk eden kimse, cimri olarak anılır:
Hadîs-i şerîfde: “Cimri, yanında ismim anıldığı halde
bana salâvat getirmeyen kimsedir” buyurulmuştur.
Diğer bir hadîs-i şerîfde: “Şefaatime en layık olan, bana
en çok salâvat okuyandır”(Tirmizî) buyurulmuştur.
Bütün duaların, başında ve sonunda Resûlullâh (s.a.v.)’e
selâvatı içermesi müstehaptır. Çünkü Allâh (c.c.), duânın başında
ve sonunda selâvatta bulunan kimsenin, her iki selâvat
arasındaki isteklerini reddetmez.
Hz. Peygamber (s.a.v.)’e tam bir şekilde selâvatta bulunmak
için, O (s.a.v.)’in Âline (ailesine) de selâvatta bulunmak
gerekir. Bu hadîs-i şerîflerde ifâde edilmiştir. Yine O (s.a.v.)’in
ashâbına da duâda bulunmak, Müslümanların icmâsıyla
müstehaptır. (Tirmizî)