Resûlullâh (s.a.v.)’in Allâh adına verdiğinde ve Allâh için engellemede bulunduğunda, istekte bulunanların ihti­yâçlarını Allâh’ın lûtfuyla verdiğinde, dara düşmüşlerin sı­kıntılarını Allâh’ın yardımı ile açtığında, Allâh’ın şefaatçi kılması sebebiyle dilediğine şefaat edip istediğini cenne­te koyacağında kim şek ve tereddüde düşebilir? Müslü­mânlardan bir tek kimse Resûlullâh (s.a.v.) hakkında, “Bunları kendisi yapıyor” diye itikâd etmemiştir.
O’nun, Allâh’ın kullarının efendisi, yaratılmışların en üstünü ve en sevimlisi, Rabbine en yakını olduğuna itikâd etmektedirler.
Hadîs-i şerîfte şöyle vârid olmuştur:
“Hayatım sizin için hayırdır. Haber verirsiniz ve si­ze de haber verilir. Ne zaman ben vefât edecek olur­sam, vefâtım da sizin için hayır olur. Yaptıklarınız ba­na arz olunur. Eğer hayır görürsem, Allâh’a hamd ederim. Şâyed şer olan bir işinizi görecek olursam, si­zin için mağfiret dileğinde bulunurum…”
Resûlullâh (s.a.v.) Efendimizin, dara düşenleri sıkıntı­dan kurtaracağını; dilediği hakkında şefaat edip, istediği­ni cennete koyacağını bildiren hadîste Buhârî, Müslim ve diğer muhaddisler, ittifâk etmiş bulunmaktadırlar.
Allâhü Te‘âlâ bunu Resûlullâh (s.a.v.) Efendimize şu kavli ile tasrîh etmiş bulunmaktadır: “Ümmetimden, üze­rinde hesâb bulunmayanı, cennetin kapılarından; sağ taraftaki kapıdan içeri koy. Onlar, diğer kapılarda, başkaları ile ortaktırlar.”
Bundan sonra, kafasında zerre kadar aklı bulunan bir Müslümân, Resûlullâh (s.a.v.)’in dilediği kimse hakkında şefaat edeceğine, dilediğini cennete koyacağında şüphe­ye düşer mi?
(Yûsuf en-Nebhânî, Şevâhidü’l Hakk, 240-241.s.)