Peygamberler iki yol ile insanları Allah (c.c.)’a davet etmişlerdir. Bunların biri Allah (c.c.)’ın celâl ve kibriyâsını görerek insanları Cenâb-ı Hakk (c.c.)’ın azab ve gazabından inzar etmişlerdir ki, bunlara «Münzirin» denir. Hz. Nuh (a.s.). Hz. Musa (as.) gibi. Diğer bir kısmı ise Allah (c.c.)’ın cemâl tecellilerini görerek in­sanları sevgi, aşk ve muhabbete çağıran peygam­berlerdir. Hz. Yahya (a.s.), Hz. İsa (a.s.) gibi. Her iki sınıf peygamberler, devrin ihtiyacına göre Hakk yola davet için gönderilmişlerdir. Fa­kat peygamberimiz (s.a.v.) bu iki hususa eşit seviyede değer veren bir peygamber olarak gön­derilmiştir.
Bu i’tibarla Kur’ân’da:
«Şüphesiz biz seni rahmetimizin müjdecisi ve azabımızın habercisi olarak hak Kur’ân ile gönderdik.» (Bakara 119) buyurulmaktadır.
Peygamberimiz (s.a.v.), Kur’ân lisaniyle (Fe­tih 2) gelmiş ve gelecek bütün günâhları afvolunduğu haber verilmiş olmasına rağmen ayak­ları şişinceye kadar kıyamde dururlar, gece na­mazı kılarlar ve bunu gören bazıları O (s.a.v.)’na:
«Yâ Resûlallah sen Allah’ın mağfiretine uğramış bir peygambersin. Bu kadar neden kendini yoruyorsun?» dediklerinde; Resûl-i Ekrem (s.a.v.) cevaben:
«Bu büyük nimetin şükrünü eda etmiş ol­mak gerekmez mi? » buyurmuşlardır.
(Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in Yüce Ahlakı, Sh.: 31)