Bir Zilhicce ayının sonunda Medine’de, cuma günü Hz. Ömer (r.a.) minber üzerinde oturdu. Müezzin ezanı bitirdikten sonra kalktı. Allâh (c.c.)’yu şanına yakışır bir şekilde Allâh (c.c.) övdü ve sonra:
“Ey insanlar! Ben bir söz söyleyeceğim. Belki bir daha fırsat bulamam. Bilmiyorum, belki de ecelim yakındır. Kim ki o sözü dinler, akıl erdirirse, devesi nereye kadar, hangi noktaya kadar giderse o sözü nakletsin. Kim ki, onu iyice ezberlememişse, benim ağzımdan yalan uydurmasını helâl etmem. Kesinlikle Allâh, Muhammed’i hak ile gönderdi. Üzerine kitabı indirdi. Onun üzerine inenler arasında recm âyeti vardır. Biz onu okuduk, ezberledik, anladık. Peygamber (s.a.v.) recm yaptı. Biz de ondan sonra recm yaptık. Korkarım ki, halkın üzerinden uzun bir zaman geçtikten sonra herhangi bir kimse, “Biz Allâh’ın kitabında recm âyetini görmüyoruz” desin. Böylece Allâh (c.c.)’n indirdiği bir farzı terk etmek suretiyle sapıtsınlar. Recm, Allâh (c.c.)’n kitabında haktır. Zina eden evli erkek ve kadınlar için.
Tabiî bu da delil olduğu, gebelik hali veya dille itiraf edildiği zaman olur. Allâh (c.c.)’n kitabında şu âyet de vardır: “Sakın babalarınızı inkâr edip de başka kimselere kendinizi nisbet etmeyiniz. Çünkü böyle yapmak, bir çeşit küfürdür”.
Hz. Ömer (r.a.) bir hutbesinde recmden bahsederek şunları söyledi: “Sakın bu konuda aldanmayın. Recm, Allâh Teâlâ’nın cezâlarından bir cezâdır. Hz. Peygamber (s.a.v.) ve ondan sonrada biz (Hz. Ebûbekir (r.a.)’le Ömer (r.a.)) zina edenler için bu cezâyı tatbik ettik. Eğer “Ömer (r.a.), Allâh (c.c.)’ın kitabına onda olmayan bir şeyi kattı” denilmeyeceğini bilseydim bunu mushafın bir kenarına yazardım. Ömer b. Hattab (r.a.),
Abdurrahman b. Avf (r.a.) ve falan falan sahabiler şahitlik ederler ki Hz. Peygamber (s.a.v.) ve ondan sonra da Hz. Ebûbekir (r.a.)’le Hz. Ömer (r.a.) bu cezâyı (recmi) tatbik etmişlerdir.
Ancak sizden sonra recmi, Deccal’ı, şefââtı, kabir azâbını ve günahkâr mü’minlerin azâb gördükten sonra ateşten çıkacaklarını inkâr eden bazı kimseler gelecektir”
(Ali Müttekî El-Hindî, Kenzü’l Ummâl, c.3 s. 90 )