Nebî (s.a.v.) bir gün hutbeye çıkarken üç defa: “Âmîn!” dedi. Orada bulunan sahâbeler bunun hikmetini öğrenmek için “Yâ Resûlallâh (s.a.v.), neden üç defa âmîn dediniz?” diye sordular. Nebî (s.a.v.) cevâben: “İlk basamakta; Cebrâil (a.s.) bana geldi ve “her kim anası ile babasının veya onlardan birinin ihtiyarlığına yetişir de onların rızâlarını almadan ölürse burnu yerde sürtülsün” dedi. “Âmîn” dedi, ben de “âmîn” dedim. İkinci basamakta; “her kim yanında senin adın anılır da sana salevât-ı şerife getirmezse burnu yerde sürtülsün” dedi. “Âmîn” dedi, ben de “âmîn” dedim. Üçüncü basamakta da; “her kim Ramazân-ı Şerîf’i idrâk eder de kendini Cenâb-ı Hâkk’a affettiremezse burnu yerde sürtülsün” dedi. “Âmîn” dedi, ben de “âmîn” dedim” buyurdu. Bu hadîs-i şerîfe göre kendini Cenâb-ı Hâkk’a affettirmeye çalışmak bütün Müslümanlar için bir vecîbedir. Bunun için müslümanın elinden geleni yapması gerekir. Zaten Allâh (c.c.) kula çekemeyeceği yük yüklemez, yapamayacağı bir şey istemez. Ramazan-ı Şerîf’te kula düşen îmân ve ihlas ile Hâkk Teâlâ Hazretlerine kulluğunu arz ederek Ramazân-ı Şerîf’i idrâk etmeye çalışmaktır. Ramazân-ı Şerîf’in gündüzü oruçlu geçirildiği gibi geceleri de imkân dâhilinde ibâdet ve taat ile geçirilmelidir.
Allâhu Azîmüşşân’ın kendisi Samed’dir; yemek-içmek gibi beşerî ihtiyaçların hepsinden münezzehtir. Kulları da Ramazân ayında sahurdan iftara kadar o hâl ile hâllenmiş olduğu için; Cenâb-ı Hâkk: “Oruç benim içindir, onun karşılığını ancak ben veririm” buyuruyor. Yapılan bütün ibâdet ve tâat zaten kendisi içindir ama Allâh (c.c.) oruca ayrı bir önem veriyor ve meleklerin aracılığına da bırakmadan karşılığını ben veririm diyor.
(Ömer Muhammed Öztürk, Sohbetler-1, s.101-102)