Abdullah b. E. Hamsa (r.a.) der ki: «Peygam­ber gönderilmeden önce Resûl-i Ekrem (s.a.v.) ile birlikte bir alışverişte bulunmuş, bu alışverişten kendisine biraz vereceğim kalmıştı. Onu, bulunacağı filan yere getireceğime de, söz vermiş­tim. Bu sözümü iki gün unuttum. Üçüncü gün, hatırlayıp sabahleyin gittiğim zaman, onu, ye­rinde buldum. Bana: «Ey delikanlı! Sen beni, sıkıntıda bıraktın. Ben, şuracıkta üç günden be­ridir ki, hep seni bekleyip duruyorum» buyurdu.»
Hudeybiye muahedesi gereğince: Kureyşlilerden, velîsinin izni, haberi olmaksızın Peygambe­rimiz (s.a.v.)’in yanına gelecek kimseler, Kureyş-lilere geri çevrilecekti. Muahede maddeleri yaz­dırılıp bitirildiği sırada, Kureyş temsilcisi Süheyl b. Amr’ın oğlu Ebu Cendel (r.a.), ayaklarına kös­tek vurulmuş bir halde, zincirini sürüyerek yavaş yavaş Peygamberimiz (s.a.v.)’in yanına kadar geldi. Cendel (r.a.) müslüman olduğu için, müşrikler tarafından zincire vurulmuş, Mekke’nin alt tara­fından ıssız bir yerden kaçmış, kendisini müslümanların arasına atmıştı. Süheyl b. Amr «İşte ey Muhammed! Üzerinde seninle anlaştığım anlaşma gereğince, bana geri çevireceğin kişilerin ilki.» dedi.
Peygamberimiz (s.a.v.): «…Verdiğimiz söze ve fasızlık edemeyiz.» buyurmuş ve onu, yüreği sızlayarak müşriklere teslim etmiştir.