Hind b. Ebi Hâle, Peygamberimiz (s.a.v.)’i anlatıyor:
“Resûlullah (s.a.v.), daima düşünceli idi. Kendisinin susması, konuşmasından uzun sürerdi. Resûlullah (s.a.v.), lüzumsuz yere konuşmaz­dı. Söze başlarken de, sözü bitirirken de Allah (c.c.)’ın ismini anardı. Konuşurken kısa ve özlü kelimelerle konuşurdu. Resûlullah (s.a.v.)’ın söz­leri, hep gerçek ye yerinde idi. Resûlullah (s.a.v.) konuşurken ne fazla ne de eksik söz kullanırdı. Kimsenin gönlünü kırmaz, kimseyi hor görmez­di. En ufak bir nimete bile şükreder, hiç bir ni­meti yermezdi. Bir nimeti, ne hoşuna gittiği için över ne de hoşlanmadığı için yererdi.
Dünya için, dünya işleri için kızmazdı. Bir hak çiğnenmek istenildiği zaman onun öcünü almadıkça, hiç bir şey, kızgınlığının önüne ge­çemezdi. Kendi şahsı için asla kızmaz ve öç almazdı. Bir şeye işaret edeceği zaman parmağı ile değil, bütün eli ile işaret ederdi. Hayret ve teaccüp ettiği zaman, elinin duruşunu tersine çevi­rir, yani avucu göğe doğru ise, onu yere doğru, avucu yere doğru ise onu göğe doğru çevirirdi. Konuşurken el hareketi yapar, sağ elinin avucunu, sol elinin baş parmağının iç tarafına vurur dururdu.
Kızdığı zaman, kızgınlıktan hemen vaz geçer, kızgınlığını belli etmezdi. Neşelendiği ferahlan­dığı zaman, gözlerini yumardı. En fazla gülme­si, gülümsemekti. Gülümserken de, ağzındaki dişleri inci taneleri gibi görünürdü.»
(M.A. Köksal – İslâm Tarihi, Cil 11, Sh.: 416)