Peygamberimiz (s.a.v.). Peygamberlikten ön­ce de, hilm sıfatının üstünlüğü ile kavminin en büyüğü idi. Her hilm sahibinden bir sürçme sadır olmuştur. Fakat Resûlullah (s.a.v.) bundan masûn bulunmuş, eza ve işkencelerin çoğal­ması, kendisinin, ancak sabrını artırmıştır. Peygamberimiz (s.a.v.), şahsına karşı işlenmiş olan suçlardan dolayı asla öç almazdı. O (s.a.v.) in­sanların en az kızanı, en çabuk razı olanı ve suç bağışlayanı idi.
Hz. Ali (r.a.), “Peygamber (s.a.v.), meclisi­ne gelen yabancıların sözlerinde ve sorularındaki kabalık ve kırıcılığa, Esbabı da kendisi gibi katlansınlar diye, katlanırdı.” demiştir.
Enes b. Malik (r.a.)’in rivayetine göre: Pey­gamber (s.a.v.)’a her kim gelirse, ona vaadda bulunur, istenen şey, yanında bulunursa onu ya­nına getirirdi. Namaz için ikamet getirildiği sırada, bir bedevi gelip, Peygamber (s.a.v.)’in el­bisesinden tutarak: «Görülecek işimden az bir şey kaldı. Namazdan sonra, onu unutursun diye korkuyorum.» dedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.), işini görüp bitirinceye kadar badevi ile birlikte ayakta durdu, sonra dönüp namaz kıldı.
Yine Enes b. Malik (r.a.) der ki; Peygamber (s.a.v.)’e on yıl hizmet ettim. Bana ne «öf» dedi, ne de yapmadığım bir iş için «Keşki onu yapmasaydın,» ne de yaptığım bir iş için «Bunu ne diye yaptın» dedi.
(M.A. Köksal – İslâm Tarihi, C. 11, Sh.: 451)