“Benim kabrimi ziyaret eden kişiye şefaatim müstehâk olur.” (Hadîs-i Şerîf)
Peygamberimiz (s.a.v)’in ve Allâh (c.c.)’un yanında üstün dereceye ulaşmış kişilerin, kıyamet gününde, mahşerde günahkâr müminlerin affedilmesi ve derecelerinin yükseltilmesi konusunda yüce Allâh’a duâ ve niyazda bulunacaklardır. Allâh (c.c.) da bu duaları kabul buyuracaktır, işte buna şefaat denir. Ahirette de en büyük şefaati Peygamberimiz (s.a.v.) yapacaktır. Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır: “Kıyamet gününde ilk şefaat eden ve şefaati ilk kabul olan benim. Bununla beraber övünmem.” Resûlullah (s.a.v.)’in şefaatleri beş kısımdır:

  1. Makam-ı Mahmud ile bilinen büyük şefaat. Bu şefaat, kıyamet gününün dehşetinin hafifletilmesi ve mahşer halkının kısa zamanda hesap sıkıntısından kurtarılması hakkındaki şefaattir.
  2. Günahkâr mü’minleri cehennemden çıkarmak için yapılan şefaattir. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuşlardır: “Allâh (c.c.) bana “Ya Muhammed, başını secdeden kaldır ve ne istersen söyle, sözün dinlenecek,   istediğin verilecektir. Şefaat et, şefaatin kabul olunacaktır” buyuracaktır. Ben de hemen: “Ya Rab, ümmetim, ümmetim, diye niyazda bulunacağım. Bunun üzerine “haydi git, gönlünde zerre ve hardal tanesi kadar imanı olan müslümânları cehennemden çıkar” denilecek. Ben de gidip onları çıkaracağım.”
  3. Günahkar oldukları için cehenneme müstahak olan mü’minlere şefaat. Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz’in şefaati ile günahkârlar cehenneme girmekten kurtulacaklardır.
  4. Hesaptan kurtulmak için şefaat. Resûlullah (s.a.v.)’in şefaati bereketiyle, bir kısım mü’minler hesaba çekilmek azabından kurtulacaklardır. Ebû Üsame (r.a.) rivayetine göre; Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır: “Rabbim bana ümmetimden yetmiş bin insanı ve bunlardan her bin kişiye mukabil yetmiş bin kişiyi de hesap görmeden ve azap çekmeden cennete dahil edeceğini vaad etmiştir.”
  5. Derecelerin yükselmesi için şefaat. Yani cennette bulunanlardan bazılarının derecelerinin daha da yükseltilmesi için, Resûlullah (s.a.v.) şefaat edeceklerdir.

(Mehmed Çağlayan, Ehl-i Sünnet ve Akaidi, 260.s.)