Peygamberimiz (s.a.v.) (ve diğer peygamberler) Allâh
(c.c.)’u ve sıfatlarını bilmemekten masumdurlar. Bu husus,
kendisine peygamberlik gelmeden öncesi ve geldikten sonrası
için kesin olarak sabittir. Peygamberimiz (s.a.v.)’in, din
işlerinde beyân buyurduğu, vahiy yolu ile Rabbinden alıp tebliğ
buyurduğu husûslarda ilme muhalif bir halde bulunması da
kesin olarak vâki değildir. Bu husûs da aklî ve şer’î delillerle
sabittir. Peygamberimiz (s.a.v.), Allâh onu peygamber olarak
ümmetine gönderdiği andan beri kasıdlı olsun, kasıdsız olsun
yalan söylemekten ve sözünde durmamaktan korunmuştur.
Yalan söylemenin ve sözünde durmamanın O’nun için imkansız
olduğu şer’i, akli ve nazari delillerle sabittir. Kendisine
peygamberlik gelmeden önce yalan söylemekten kesin olarak
münezzehtir. Büyük günâhlardan ittifakla münezzehtir.
Bütün günâhlardan da uzaktır. Devamlı olarak unutmak ve
gaflet içinde bulunmaktan, ümmeti için Allâh’ın gönderdiği hükümlerde
kendiside devamlı unutma ve hatâ etme hallerinden
korunmuştur. Rızaâ hâlinde olsun, öfkeli iken olsun, ciddi konuşurken
olsun, şaka yaparken olsun bütün hallerinde Peygamber
(s.a.v.) korunmuştur.
Bu husûslara, sımsıkı sarılman ve kesinlikle kabullenmen
sana vaciptir. Bu bölümleri hakkıyla bilmenin faydası büyük
olduğu gibi tehlikesinin de büyüklüğünü bilmen gerekir. Çünkü
Peygamber (s.a.v.)’e, vâcip, caiz ve imkansız olanları,
peygamberin getirdiği hükümlerin (farz, vacip, sünnet gibi)
şekillerini bilmeyen kimse, zikredilen husûsların aldıkları hükmün
tersine itikad etmesinden emin olmaz. Peygamberimiz
(s.a.v.) için düşünülmesi câiz olmayan bir şeyi O’na isnâd
etmek suretiyle veya Peygamber (s.a.v.)’de olmayandan
kendisini tenzih etmez de böylece bilmediği halde helâk olur,
cehennemin en derin ve aşağı tabakasına düşer. Çünkü bâtıl
olanın Peygamber (s.a.v.)’de (mevcud olduğunu) sanmak ve
Peygamber (s.a.v.)’e caiz olmayanı ona isnâd edip inanmak
sâhibini helâk ve hüsrâna götürür.
(Kadı İyad, Şifâ-i Şerîf, 590-591.s.)