Anadolu ve İran seyahatine âit intibâları 1821’de neşredilen “Voyage en Armenié et en Perse” ismindeki eserinde anlatan müsteşrik Amedee Jau-bert , Müslümân-Türklerin âlimlere karşı gösterdikleri alçakgönüllülüğü şöyle anlatır: “Şarklılar kendilerinin bilmediklerini bilen âlim kimselere karşı hududsuz bir hayranlık gösterirler. Onların nazarında mahviyet ve tevâzu ilmin en güzel husûsiyyetidir; işte bundan dolayı bir Acem şâirinin cidden san‘atkârâne olan şöyle bir teşbîhi vardır: Meziyyetlerinin te’mîn ettiği üstünlüklere tevâzu fazîletini ekleyen bir kimse, üstündeki yemişlerin çokluğundan dolayı başını yere doğru eğen bir ağaç dalına benzer.”
A.Brayer (Neuf Annéesâ Constantinople, 1836, Paris, c.1 s. 198-199’da) eski Türk tevâzuunu şöyle anlatır: “Müslümân Türkler arasında kibir ve gurur adetâ yok gibidir. Kur’ân’ın en şiddetle nehyettiği temâyüllerin biri de budur: Yeryüzünde sakın azametle yürüme; insanlardan nazarlarını gururla çevirme. Mütekebbir ve mağrur olandan Allâh nefret eder. Harekâtında mütevâzî ol; yavaş sesle konuş. Kibir cehâletten ileri gelir, âlim aslâ mağrûr olmaz. Bir taraftan da mütemâdiyen mahviyet telkîn edilir: Tevâzu cennet kapısının anahtarıdır. Alçakgönüllülük, yükselme ve saâdetin süsüdür. Tevâzu insana asillik verir. Hakîkî hâkim mütevâzi olur. Hemcinslerine karşı dâima alçak gönüllü ol.
İşte bundan dolayı Müslümân-Türk’ün yürüyüşünde vakar ve ihtişâm olmakla beraber, kat‘iyyen kibir ve azamet yoktur. Dâima yavaş sesle konuşur; el ve kol hareketlerinde hiçbir zaman tahakküm içeren bir edâ sezilmez; hizmetinde tatlılık ve kolaylık vardır.
Türk edeb, hayâ ve tevâzuunun kaynağı İslâmiyettir. Vücûdun bakılmayacak noktalarından yüz çevrilmesi, dînî bir vecîbedir. Kadına dâima ve her yerde, hattâ gezinti yerlerinde bile hürmet edildiği için sarkıntılık ve tecâvüz gibi suçlar Osmanlı’da bilinmez. İffet hayâ ve tevâzuda a‘zamî olgunluğa ulaşmaları İslâm ahkâmının yaşanmasındandır.
(İsmâîl Hâmi Danişmend, Garb Membalarında Türk Seciyye ve Ahlâkı, 27.s.)