Osmanlılar, İbn Sînâ tıbbına ilâveler yapmaya çalışmışlardır. Bilhassa amelî tıbba ehemmiyet vermişler, hastanelerini iyi şartlar içinde tutmaya gayret göstermişlerdir. Bu derecede savaşan bir devletin, pratik tıbba ve cerrahiye ağırlık vermesi tabîidir. Operatör Amasyalı Sabuncuoğlu Şerâfeddin, 1465’de Fâtih’e sunduğu Türkçe Cerrâhiyye-i İlhâniyye’sinde, devrinin operatörlük sanatını renkli resimler de koyarak çok iyi îzâh etmiştir. Sonraki asırda Antakyalı Dâvud, bu yolda devâm etti. XV. asırda Ahi Çelebi, idrar yolları üzerindeki mühim eserini yazdı.
Akıl ve rûh hastalıkları çoktan ayrı branş olarak ayrılmıştı. Daha Sinoplu Mü’min Çelebi, 1453’ten önce İkinci Murâd’a sunduğu Zahiyre-i Murâdiyye’sinde 25 bâb hâlinde akıl, rûh, sinir hastalıklarını incelemişti.
“Akıl hastalarını tedâvî etmeyi Avrupa, Türkler’den öğrendi. Türkler, bizden çok önce akıl hastalarına mahsûs hastaneler yaptılar. 1788’de bile İngiliz Dr. John Heward, Türk akıl hastanelerinin eskisine nisbetle inhitât hâlinde, fakat hâlâ
Avrupa’dan üstün bulunduğunu kaydeder.” (Dr. Kraft-Ebing, Traite Cli-nique de Psychiatrie, Paris 1897, 53.s.)
Bu satırları, son asrın en büyük psikiatrlarından birinin kitâbından aldım. “1818’de Fransa’da akıl hastaları hasta kabûl edilmez, hayvanlardan ve cânîlerden kötü muâmele görür, eski asırlarda ise yakılırdı.” (Es-quirol, Rapport, Paris 1874, s.2; Jean Vinchon, Les Malades de l’Esprit, Paris 1930, s.24)
Osmanlı devletinde yaşayan Rûmlar da, Türkler’in delileri hastaneye yatırması ile alay edip, kendi cemâatlerindeki delileri, vücûdlarına giren Şeytân’ı kovmak için döğer, aç ve susuz bırakırlardı. (Sarraf Hovannesyan, İnciciyan’da, s.120)
Osmanlı hekimleri, ateh-i kable’l-mîâd dedikleri schizophrenie’yi, mâl-i hülyâ dedikleri melancolie ve kara sevda dedikleri hysterie’yi birbirinden ayırmasını bilerek ayrı ayrı tedâvî ediyorlardı. En ünlü akıl hastanesi, Kanûnî’nin dedesi İkinci Bâyezid’in yaptırdığı Edirne’deki Bâyezid Hastanesi’dir.
(Evliyâ, III, 468-470)
(Yılmaz Öztuna, Osmanlı Devleti Tarihi, c.2, s.189)