“Benim oğullarıma ve dostlarıma birinci vasiyetim; dâima gazâ ve cihâd sünnetini ikâme ve Nebî (s.a.v.)’in dînini kuvvetlendirerek devâm ettirmektir. Tam bir kuvvet ve kudretle Nebî (s.a.v.) Efendimiz’in sancağını Livâ-yi şerîfini yükseltiniz. İslâm’a hizmet âdetini kullanılmaz hâle getirmeyiniz. Bu hânedânda cihâd kanunlarının ve dîne hizmetin dâimi ve istikrarlı olacağını ümîd ederim. Ve Allâh (c.c.)’nun vâ’dlerinden ümid eder ve gelmesini beklerim ki bu gazâ ve cihâd âdeti, Kelime-i Tevhid ve îman ışığı haberinin yayılması, bu beldelerin hudûdlarının en sonuna kadar götürülür, eriştirilir. Bu hânedânın evlâdından, torunlarından, tâbîlerinden, müntesiblerinden her kim bu kavmin yolundan gitmez ve adaletle şerîate hizmet etmezse mahşerde Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in şefâatlerinden, pederine kavuşmaktan mahrûm ve  uzak kalır. Sonra Orhan Gâzî’ye dönerek:
“Dînî ve dünyevî hâdiselerin, eğlenceye dâir ve ma’nevî taleblerin cümlesinde, amellerinde, işlerinde, her türlü hâl ve fiilerinde dâima Şeri’at-i Mutahharaya uy ve onu uyulacak tek ölçü kabul et.
Şüpheli ve meçhûl işlerinde Allâh (c.c.) ve Resûlü (s.a.v.)’in emirlerine ve Şeriât imâmlarının yol göstericiliği ve sağlam derin ve geniş bilgili âlimlerin sözleriyle amel et ki bu vasiyet hayırları toplayıcı ve bütün saâdetleri içine alıp kuşatmaktadır.
Adâleti bütün işlerinde esâs kabûl et. Merhamet ve ihsân melekesiyle donan ki bu sultânlığın şereflerindendir. Reise, baş olan kimseye Allâh (c.c.)’nun kullarının, Allâh (c.c.)’nun ihsânlarından nefsine ortak ve hisse sâhibi görmek gerekir. Böyle olursa reis olan kimse Allâh (c.c.)’nun dergâhındaki sevgililerden mahbûblardan olur. Elinin altındaki insanlara, hatta mahlûkata dahî merhamet ve şefkat et. Mücâhidlerin başlarını, idaren altındaki bütün halkı ve sana tâbi olanların tamâmını ve bütün askerlerini kendi evlâd ve akrabâların derecesinde tut, kabul et.
 (Ziyâ Nûr Aksun, Osmanli Tarihi c.1, s.26)