Oruç, cismâniyyetin (vücûdun) müzâyakasından (darlığından, sıkıntısından) kurtuluş vesîlesidir. Oruç, rûhun gelişip yetişmesi, cismâniyyetin tasallutundan kurtuluş sebebidir.
Rivâyet olunur ki “Efendimiz (S.A.V.), 9 Ramazân orucu tuttular. 5’i 29; geri kalanı 30 gündür. Oruç, Nübüvvet’ten 14, hicretden 2 sene sonra farz kılındı.
İbn-i Abbâs (R.A.)’den rivâyet edildi ki: “Allâh-ü Teâlâ, Resûlü (S.A.V.)’ini, kendisinden başka hiçbir İlâh olmadığına, şâhid olarak gönderdi. Resûlullâh (S.A.V.) bunu tasdîk edince namazı ilâve etti. Onu tasdîk edince de zekâtı, ilâve etti. Zekâtı tasdîk edip kabul edince oruç; sonra hacc ve sonra da cihâdı ilâve etti. Böylece onların dînini ikmâl etti.
Oruç, ilk def’a fakîrler yüzünden, benî Âdem’in üçüncü meliki, Kral Tahmures zamanında zengînlere farz kılındı. Adı geçen kral zamanında bir kıtlık vukû’ buldu. Bunun üzerine o da zenginlere, bir def’a güneş battıktan sonra yemek yiyebileceklerini, gündüz ise fakîrleri kendilerine tercîh ile Allâh’a kulluk ve tevâzu’ için yemeyeceklerini emretti.
Hadîs-i Kudsî’de şöyle buyurulmuştur: “Oruç, benim içindir; onun mükâfatını ben vereceğim.” Ya’ni Oruç’un mükâfatı benim, ne hûrîlerim ve ne de köşklerimdir. Bu yüzden Allâh Sübhânehü ve Teâlâ kendisini görme saâdetine nâil olmağı, açlığa bağlamış ve Hz. Îsâ (A.S.)’a hitâb ederken şöyle demiştir: “Acıkırsan beni görürsün.”
Büyükler demişlerdir ki: “Allâh size, güçlükle birlikte olan kolaylığı dilemektedir. O hâlde sen emre uyarken güçlüğe bakma; o güçlükle beraber olan kolaylığa bak.” Zîrâ akıllı insana tabîb, hastalığın belâsından daha acı, fakat sağlığın îcâbı bir ilâcı içirdiğinde, o insan, içilen ilâcın acılığına bakmaz. Sıhhatin tatlılığına bakar. Ve ilâcın acılığına hiç aldırmaz, bütün gayret ve gücüyle içer.
Hadîs-i Şerîf’te: “Kim üç şeye devâm ederse o, gerçekten Allâh’ın dostu; kim de bunları zâyi’ ederse o da, gerçekten Allâh’ın düşmanıdır. Bunlar: namaz, oruç ve cenâbetlikten temizlenmektir.” buyurulmuştur.
(Hz. Mahmûd Sâmî Ramazânoğlu (K.S.), Bakara Sûresi Tefsîri, S. 232)