Câbir bin Abdullah (r.a.)’tan bildirdiği hadîs-i şerifte: «Oruç-
lu olduğun zaman, kulak, göz ve dilini de haramlar ve ya-
lanlardan koru. Komşuna ve yakınlarına eziyyet ve cefâ
etme. Vakur ve sakin ol. Oruçlu olduğun günü, oruçlu ol-
madığın gün ile eşit tutmaktan kaçın» buyurduğunu beyan
eylemiştir. Yine bir hadîs-i şerifte: «Gündüzleri çok oruçlu
kimseler vardır ki, oruçları açlık ve susuzluktan ibarettir.
Geceleri çok namaz kılan kimseler vardır ki, ibâdetleri an-
cak uykusuzluk ve uyanıklıktan ibarettir» buyuruldu. Yine
bir hadîs-i şerifte: «Böyle oruç ve namaz için Arş-ı Â’lâ ha-
reket eder» buyuruldu. Resûlüllah (s.a.v.)’in böyle namaz ve
oruçtan maksadı, Allah rızâsı için olmayıp, belki insanların be-
ğenmesini murad ederek yapılan ibâdetler olsa gerektir.
Resûlüllah (s.a.v.) duasında: «Yâ Rabbi dilimi yalandan,
kalbimi nifaktan, amelimi riyadan, gözümü hiyânetten te-
mizle ve koru! Çünkü gözlerin hiyânetini sen bilirsin. Gö-
nülden geçenler senden gizli değildir» der idi. Bunun için
oruçlu olan kimsenin dünya ve âhirette zarar ve ziyana düşme-
mesi için edeble hareket etmesi riyadan, gösterişten, orucun-
da ve bütün ibâdetlerinde insanların bilmesi düşüncelerinden
sakınmak lâzımdır. Abdullah bin Ömer (r.a.)’in bildirdiği hadîs-i
şerifte: «Nûh aleyhisselâm Ramazan ve Kurban bayramı
hariç yılın her gününü oruç tuttu. Dâvud aleyhisselâm bir
gün oruç tutar, bir gün tutmazdı. İbrahim aleyhisselâm her
aydan üç gün oruç tutardı.» buyrulmuştur.
Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyet edilen bir hadîs-i şerifte
«Receb haram aylardandır. Receb ayının günleri altıncı
göğün kapısı üzerinde yazılıdır. Bunun için Receb-i şerifte
bir gün oruç tutan, orucunu Allâhu Teâlâdan korkarak gü-
nahtan korusa, altıncı göğün kapısı ve oruç tuttuğu gün
konuşmaya başlayıp: “Yâ Rabbî, bu kimsenin günah ve
küsurlarını bağışla” derler. Orucunu takva üzere tamam-
lamayınca, altıncı gök kapısı ile oruç tuttuğu gün, kendisi
için istiğfar etmezler. Ona: “Seni nefsin aldattı” diyecekle-
rini beyan eylemiştir.
(Hz. Seyyid Abdulkâdir Geylani, Gunyetü’t-Tâlibin, s. 275)