Organ nakli, çağımızın ‘bıçak sırtı’ konularından biri haline gelmiştir.
“Organlarıyla 4 kişiye hayat verdi…” gibi tabirler çokça duyulmaya başlandı. Hâşâ hayatı veren de, alan da Allah’tır. O organlar, o beden bizim mi ki başkasına bağışlıyoruz? Onlar bize emanet ve onları aldığımız gibi teslim etmek, hepimizin Allah’a karşı vecibesi. İnsanların organlarını almak için harcanan nefes, para ve enerjinin çok azını insanları hastalandırmamaya ayrılsa, organlarla ilgili sorunlar ortadan kalkacak.
Alıcıyı da vericiyi de ömür boyu kullanmak zorunda kalacağı ilaçlara mahkûm etmek işin bir boyutu… Peki ya tarifi konusunda tıp otoritelerinin bile tam anlamda hemfikir olamadığı “beyin ölümü” ne demek? Beyin ölümü gerçekleşen biri gerçekten ölmüş müdür? Beyin ve beden başka başka zamanlarda mı ölür? Ailesi, yakınları “beyni öldü” denilen bir kişinin organları için nakil izni verme konusunda nasıl bir ‘mülkiyet’ hakkına sahip olabilirler? Beyin gerçekten öldüyse neden nakil sırasında verici kişiye anestezi yapmak gerekiyor? Yıllarca bitkisel hayat denilen halde kalıp bir anda uyanarak kaldığı yerden hayatına devam eden hastalara ne demeli o zaman?
Bugün tıp dünyasının en az yüzde 50-60’ı artık beyin ölümünün ölüm olmadığını kabul ediyor. Ancak onlara kulak verecek medya ve vicdan çok az. Beyin ölümü raporları verildiği halde bazı aileler hastanın organlarını bağışlamıyor. Bu kişilerin fişi çekildiğinde pek çoğu hayatına kaldığı yerden devam ediyor. Dahası olup bitenleri duyup da cevap veremedikleri her şeyi anlatıyorlar. Bu örnekler sayılamayacak kadar çoktur.
İnsanın organlarından bazılarının işlev görmemesi halinde ölü olarak değerlendirilemez.
Bu yüzdendir ki “beyin ölümü” denilen şey, insanlık tarihinin en büyük yalanlarından biridir
(Kemal Özer, Organ Nakli Gerçeği)