Selef-i salihin döneminde yaşayan çarşı-pazar esnafı ve tüccarın şöyle bir adeti vardı: Bunlardan satış yapanların hesap için iki defteri olurdu. Bu defterlerden birine borçlu olanların isimleri yazılmazdı. Bu defter sadece herkesin tanımadığı zayıf ve yoksul kimselere tahsis edilirdi. Zayıf ve yoksul durumda olan biri çarşıda bir yiyecek görür canı çeker veya ona ihtiyacı olur, ancak onu para vererek alacak imkanı bulunmazdı. Bu durumda satıcıya gelir: “Bir iki kilo şuna, iki üç kilo şuna ihtiyacım var; fakat ücretini ödeyecek param yok!” derdi. Satıcı da: “Al götür; elin bollaşınca veya eline bir şey geçince ödersin!” derdi. Sonra o kişinin ismini, durumu belirsiz olanların defterine kaydederdi. Aslında fakirlere böyle davrananlar, o devirde yine de müslümanların hayırlıları arasında sayılmazdı. O devirde hayırlı olarak kabul edilenler şöyle davrananlardı: Onlar ihtiyacını alan yoksulların isimlerini deftere kaydetmezler; fakirler için bir borç birikmesini istemezler ve bu borçtan dolayı hesaba çekilme ihtimalini ortadan kaldırmak isterlerdi. Kendilerine gelen fakirlere şöyle derlerdi: “İhtiyacın olan şeylerden istediğini al; eğer ödeme imkanı bulursan ödersin; şâyet ödeyemezsen bunları sana helal ediyorum bilesin! Bundan dolayı kalbine asla bir sıkıntı gelmesin!” Selef içinden bazıları da, kanaat ve zühd sahibi oldukları veya dünyaya karşı hırs beslemedikleri için, kendisine ve ailesine yetecek miktarı günün hangi vaktinde kazanmış ise, o saatte dükkanı kapatırdı. Günün kalan kısmını ibâdetle geçirmek için doğru evine veya mescide yönelirdi. Onlar günün başını ve sonunu ibâdetle geçirir, bu vakitleri âhiret ticaretine ayırırlardı. Günün ortasını da dünya ticaretine tahsis ederlerdi.
(Ebû Tâlib El-Mekki, Kûtu’l Kulub, c.4, s.544-548)