İnsanları nimetin şükründen cehalet ve gaflet alıkoymuştur; zira halk cehalet ve gafletten ötürü nimetin kiymetini bilmezler. Halk bir  nimeti bilirse ona şükretmenin dil ile elhamdülillâh (Hamd Allah’a mahsustur) veya eşşükrü lillah (Şükür Allâh (c.c.)’a mahsustur) demekten ibaret olduğunu zannederler.
Eğer bir kişi onların gırtlaklarına bir dakika yapışıp, hava kesilinceye kadar sıkarsa derhal ölürler. Eğer sıcak bir hamamda veya havası ağır ve rutubetli bir kuyuda hapsedilirlerse, üzüntüden ölürler. Eğer onlardan biri bu şeylerin biriyle müptelâ olur, sonra kurtulursa, çoğu zaman bunu nimet olarak takdir eder ve Allâh (c.c.)’a bundan dolayı şükreder. Bu ise cehaletin koyusudur; zira onların şükretmeleri nimeti ellerinden alındıktan sonra kendilerine geri verilmesine bağlıdır. Oysa bütün hallerde nimete karşı şükretmek sadece bazı hallerde şükretmekten daha evlâdır.
Nitekim bir kişi fakirliğini basiret sahiplerinden birine şikayet etti. O basiret sahibi ona dedi ki: “Senin iki gözünün kör olup on bin dirhemin olması seni sevindirir mi?” Adam “Hayır!” dedi. Basiret sahibi “Dilsiz olup on bin dirhemin olmasını ister misin?” dedi. Adam “Hayır!” dedi. Basiret sahibi “O halde Mevlânın senin yanında elli bin dirhem değerinde nimetleri olduğu halde şikayet etmeye utanmıyor musun?” dedi.
Hikâye olunuyor ki kurrâdan biri çok fakir düştü. Hatta dünya kendisine daraldı. Rüyasında biri kendisine şöyle dedi: “İster misin, biz sana Kur’an’ın En’âm sûresini unutturalım da bin dinar verelim?” Kurra “Hayır!” dedi. O zat “Hûd sûresini?” dedi. Kurra “Hayır!” dedi. Bunun üzerine o zat birkaç sûre daha saydı sonra şöyle dedi: “Senin yanında yüz bin dinar kıymetinde bir şey (Kur’ân) olduğu halde şikayet ediyorsun!” Kurra kendisinden o üzüntü uzaklaştığı halde sabahladı.
(İmâm Gazali, İhya-i Ulumuddin, s.411)